Çanakkale Geçilmez

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- “bu: bir Avrupalı! ”
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Çanakkale geçilmez…
Çanakkale Zaferimizin 103. yıldönümünde başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehit ve gazilerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Vatan size minnettardır.

Çanakkale Savaşı, 1. Dünya Savaşı’nın sonlarına yaklaşırken 1915- 1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadasında Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir.
.jpg)
Çanakkale savaşı, Birinci Dünya Savaşı içindeki, tarihin en kanlı bölümü olarak bilinir. Türk’ün sayısız zafer, şan ve şerefle dolu tarihinin en parlak sayfasıdır. 1. Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre önce, 1911-1912 yıllarında Osmanlı Devleti son Afrika topraklarını İtalya’ya kaptırmış, 1912-1913 Balkan hezimeti ise, Rumeli’deki son Türk hakimiyetini silip süpürmüştür. Bulgar ordularının İstanbul kapılarını zorlaması, 500 yıldır Türk olan Rumeli’nin kaybı, İstanbul ve Boğazların güvenliğinin tehlikeye girmesi, o zamanın devlet adamlarında siyasi yalnızlığımızın doğal bir sonucu olarak değerlendirilmiştir.

Balkan Savaşında Yer Alan Başıbozuklar
Balkan Savaşı Başıbozukların son savaşı olmuştur
Dolayısıyla 1. Dünya Savaşı’na rastlayan günlerde Osmanlı Devleti yalnızlıktan ve emniyetsizlikten kurtulmak istemiş; fakat Balkan savaşının kötü hatıralarının tesiri altında kalan iki blokta Türk ittifakını küçümsemişler ve bu ittifakın kendileri için bir yük olmasından endişe etmişlerdi. Ancak, Alman İmparatoru, her iki blok arasındaki savaşta, Osmanlı devletinin hiç değilse bir kısım düşman kuvvetini meşgul edebileceği gerekçesiyle duruma müdahale etmiştir. Bu surette Osmanlı devleti, kaderine alelacele, 2 Ağustos 1914’te “üçlü ittifak’la bağlanmıştır. İşte Çanakkale Zaferini yaratan kuvvet, 1914 yazında küçümsenen değeri hakkında yanlış teşhis konan bu Türk Ordusu’dur. Avrupa’da savaş bütün şiddetiyle sürerken, hareket harbinin yerini siper harbi almıştır. Bu cephede yarma yapmak ve kesin sonuç almakta son derece zorlanmıştır. Halbuki “üçlü itilaf”ın askeri gücü günden güne artmaktadır. Bu güç, hareket savaşına müsait başka savaş alanlarında kullanılmalıdır. İngiltere başkanı Lloyd George ve Bahriye Nazırı Churchıll bu görüşü benimsemişlerdir. Çanakkale Savaşları, işte bu görüşü benimseyenlerin eseridir.

Hareket sahası olarak Gelibolu Yarımadasının seçilmesi, bu bölgenin jeopolitik bakımdan çok büyük öneme sahip olmasındandır. Boğazlar, özellikle güney Rusya ve bütün Karadeniz kıyılarının açık denizlere olan tek çıkış noktasıdır. Harp halinde bu geçidin kapanması, Rusya için hayati önem taşımaktadır. Zira, Rusya’nın insan ve hammadde kaynakları zengin, fakat sanayi ve mali imkanları sınırlıdır. Bunun için uzun ve sürekli bir savaşın gerektirdiği silah, cephane ve malzeme ikmalini temin edemeyecek durumdadır. Bu durumda Boğazlar Doğu cephesinin en müsait ve hayati menzil hattını teşkil etmektedir. Bu geçidin açılmasıyla Rusya’yı takviye edecek, Batı cephesinin yükünü hafifletecek dolayısıyla savaşı kısaltacaktır. Osmanlı devletinin savaş dışı edilmesiyle, muhtemelen Balkan devletleri ve İtalya “itilaf” devletleri yanında savaşa katılacaklardı. O zaman İngiliz Bahriye Nazırı olan Churchill’in ısrarla üzerinde durduğu bu fikirlere önceleri pek itibar edilmemiştir. Ancak 1914 Aralık ayında başlayan Türk-Sarıkamış Harekatı üzerine telaşlanan ve çok zor durumda kalan en azından hiç değilse bir kısım Türk kuvvetlerinin başka cephelere çekilmesini isteyen Rusya’nın yükünü azaltmak için, Çanakkale Seferi’ne karar verilmiş; fakat kesin neticeyi Batı cephesinde arayanları darıltmamak için öncelikle donanmayla ve zorla Çanakkale Boğazı geçilmeye çalışılmıştır. Çanakkale Savaşı genel hatları itibariyle: İtilaf Devletleri’nce; Osmanlı Devleti’nin başkenti konumundaki İstanbul’u alarak boğazların kontrolüne ele geçirmek, Rusya’yla güvenli bir tarımsal ve askeri ticaret yolu açmak, Alman müttefiklerinden bini savaş dışı bırakarak ittifak devletlerini zayıflatmak amacı ile açılan cephedir.

Hesaplaşma
Savaş Öncesi Avrupa Devletlerinin Genel Durumu
Yirminci yüzyılın başlarında Avrupa kendi sınırlarından taşıyordu. Ekonomik rekabet, sömürgecilik ve milliyetçilik akımları Avrupa’yı ikiye bölüyordu. Diğer yandan Almanya- Fransa ve Rusya- Avusturya arasındaki çekişmeler gerginliğe dönüşüyordu. 28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtı Arşidük Ferdinand’ın bir Sırp milliyetçi tarafından öldürülmesi bu gerginliğe son noktayı koydu. Bu olay üzerine Avusturya’nın 28 Temmuz 1914’te Sırbistan’a seferberlik ilanının ardından 1. Dünya Savaşı başlamış oluyordu. Bir yandan Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’dan oluşan “üçlü ittifak devletleri” bir yanda da İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan “üçlü itilaf devletleri” sonunda taraflar Avrupa’yı ikiye bölmeyi başarmışlardı. Savaş ilanlarının ardından İtalya tarafsızlığını ilan ettiyse de bir yıl sonra İtilaf Devletleri’ne katıldı. Bu sırada Osmanlı İmparatorluğu tarihin gördüğü en geniş sınırlarına sahip olmuş, her çeşit millet ve inanışı içinde barındıran ve yaklaşık 600 yıl süren saltanatını 20. yüzyılın başında kaybediyordu. Dışta ve içte yaşadığı mücadeleler Osmanlı Devleti’ni çökertiyor, topraklarını ve gücünü dağıtıyordu. Son olarak Trablusgarp savaşı ve Balkan savaşları ile arka arkaya yenilgiler alan Osmanlı Devleti, doğu Trakya dışında Avrupa’daki bütün topraklarını kaybetmiş, diğer ülkelerin nezdinde ki saygınlığını ve gücünü yitirmişti. Artık Osmanlı Devleti’nin ölümü bekleniyor ve diğer ülkeler tarafından paylaşım planları hazırlanıyordu.

Osmanlı – Alman İttifakı
Rusya boğazları ele geçirip sıcak denizlere inmeyi hedeflerken, İngiltere Süveyş Kanalı ve Hint yolunun güvenliği için Filistin’i ele geçirmeyi tasarlıyor. Fransa, Lübnan, Suriye ve Kilikya’nın kontrolünü düşlüyor; Almanlar doğuya yayılma politikası güdüyor, İtalyanlar ise Antalya’ya sahip olmak istiyordu. Birinci dünya savaşının patlak vermesinin ardından Osmanlı Devleti önce İtilaf devletleri ile birlikte olmaya niyetlendiyse de, Rusya’nın bu duruma soğuk bakması Osmanlı’yı Almanya’ya doğru itti ve 2 Ağustos 1914’te yapılan gizli bir antlaşma ile Osmanlı – Alman ittifakı kesinleşmişti. Bu tarihten sonra, güvenliği açısından seferberlik ve silahlı tarafsızlık ilan eden Osmanlı Devleti, 10 Ağustos 1914’te İngiliz donanmasından kaçan Goben ve Breslau adlı iki Alman savaş gemisini boğazlardan geçmesine izin verir ve Boğazları tüm yabancı gemilere kapatır. Goben ve Breslau boğazlardan geçmesi İtilaf devletlerinin tepkisine yol açmıştı. Bu gemilerin Çanakkale Boğazı’nı geçerek İstanbul’a geçmeleri büyük bir gerginlik yaratmıştı, çünkü Osmanlı devleti, Boğazlar antlaşması gereği boğazları tüm savaş gemilerine kapalı tutmak durumundaydı. Alman donanmasına bağlı bu gemilerin Boğazdan geçişine izin vermek savaş nedeni sayılacaktı. Bunun üzerine Osmanlı devleti, bu iki gemiyi daha önce İngilizlere sipariş ettikleri ve hatta parasını ödedikleri halde alamadıkları iki gemi yerine satın aldıklarını açıklar. Böylece, Yavuz ve Midilli adı verilen bu iki savaş gemisi Osmanlı Donanmasına katılmış olur. 27 Eylül 1914’te Amiral Soucgon komutasındaki Yavuz, tatbikat amacıyla çıktığı Karadeniz’e Ruslara ait Sivastapol ve Novorosisk limanlarını bombalayınca 1 Kasım 1914’te Ruslar Kafkasya’da sınırı geçerek fiilen savaş başlatmış ve Osmanlı Devleti de sıcak savaşı içine çekilmiş olur.

İtilaf Devletleri’nin Boğazları açma nedenlerinin başında, elbette ki boğazların sahip olduğu stratejik önem yatıyordu. Rusya’ya yardım edebilmek hedefiyle yapılanan bu düşünce; aynı zamanda Almanya’dan yeterli yardım alamayacağı ve fazla direnemeyeceği düşünülen Osmanlı’yı tek başına ve planlanmış bir barışa mahkum etmeyi planlıyordu. Ayrıca Boğazları kazanmak demek, İstanbul’u ele geçirip Osmanlı ve tüm Avrupa üzerinde manevi bir yıkıma sebep olmak demekti. Tarafsız kalan pek çok ülke bu başarıya kayıtsız kalamayacak ve İtilaf devletleri’ne katıldıklarını açıklayacaklardı. Boğazlardan geçilebilirse, kazanılacak olan başarı tüm Müslüman sömürgeleri sindirecek, güneyde sömürge devletlerini rahatsız eden hiçbir şey yaşanmayacaktı. Bu düşünceyle İngiltere 28 Ocak 1915’te Osmanlı’ya savaş açma kararı aldı ve bu karara Fransa’da katıldı. Batı Cephesi’nde 1914 yılının Eylül ayı sonlarında Alman Orduları, Fransız-İngiliz savunmasını yaramamışlar, tüm Batı Cephesi’nde cepheler kilitlenmişti. Bu durum Almanya açısından Batı Cephesi’ndeki savaşta kısa sürede bitmeyeceği anlamına geliyordu.

Avrupa cephelerindeki bu gelişmeler, İngiltere ve Fransa’yı müttefikleri Rusya’yı desteklemek zorunda bırakmıştı. Zaten Rusya, Almanya üzerinde yeterince güçlü bir baskı yapmaktaydı. Kısıtlı endüstriyel kapasitesi dolayısıyla İngiliz ve Fransız desteğine gerek duyuyordu. Fransa ve İngiltere’nin desteği sağlaması için olası dört yol vardır. Kuzey ulaşım hatlarından ikisi olanaksızdır. Kuzey Buz Denizi, yılın çok büyük bölümünde donmuş olduğundan deniz ulaşımına olanak vermemektedir. Baltık Denizi ise Alman Donanması’nın denetimindedir. Orta ulaşım yolu olan Avrupa karayolu ise aynı şekilde Alman denetimindedir. Olası dördüncü yol ise Osmanlı Devleti’nin denetiminde bulunan Çanakkale ve İstanbul boğazlarının oluşturduğu denizyoludur. Çok yakın geçmişte, Balkan Savaşı’nda, Trablusgarp Savaşı’nda ve Sarıkamış Harekatı’nda ağır yenilgiler almış olan Osmanlı Devleti’nin askeri gücü, İtilaf Devletleri’nce zaten yetersiz olarak değerlendirilmektedir. Avrupalılarca “hasta adam” olarak görülen yaşlı Osmanlı Devleti’nin boğazlardaki bir saldırıyı kaldıramayacağı düşünülmektedir. Eğer boğazlar askeri olarak kontrol altına alınabilirse, Rusya’nın desteklenmesi olanaklıdır. Gerçekten de Rusya, Kasım ayı başlarında müttefiklerinden Çanakkale Boğazı’na göstermelik de olsa bir saldırı yapılmasını istemiştir. Böylece Kafkasya da Osmanlı ordusunun baskısı hafifleyecektir.

Öte yandan Rusya direnmeyi sürdürecek olursa, Almanya’nın Batı Cephesi’nde yeni bir taarruza kalkışma olanağı da pek yoktur. Bu tespit, özellikle İngiliz yüksek komutanlığının, Batı Cephesi’ndeki kuvvetlerin bir bölümünün burada atıl tutulup tutulmadığının sorgulanmasına yol açmıştı. Ayrıca İngiliz donanması da yeterince etkili kullanılmamaktadır. Böylece Batı Cephesi’nden alınacak bir kısım kuvvetle donanmanın işbirliği ile daha etkili ve sonuç alıcı bir harekata girişilmesi yolları aranmaya başlandı. Sonuçta Boğazlara yönelik bir operasyon planı üzerinde tartışılmaya başlanmıştır. Rusya ile bağlantının bu şekilde boğazların kontrolünün sağlanarak sonuçlandırılması, Osmanlı devletinin başkenti olan İstanbul’un da işgalini kaçınılmaz olarak gerektirmektedir. İkisi, aynı anda gerçekleşecek sonuçlardır.

Çanakkale Savaşı – Deniz Harekatı
Winston Churchill
Dünyadaki bütün denizlere hakim olmaya çalışan İngilizler, boğazları ele geçirmek için donamanın yeterli olacağına inanıyorlardı. Bahriye Nazırı Churchill’in planları Akdeniz filosu komutanı Amiral Carden tarafından da desteklenince, Lord Fisher’in şüpheli gördüğü bu harekatın donanma ile yapılmasına karar verildi. Tarihinde hiçbir yenilgi almamış olan İngiliz donanmasının silah, teknoloji ve başarı açısından kendine güveni tamdı. Dünyanın yenilmez donanması, Fransa’nın da desteği ile dünyanın en büyük armadasını oluşturuyordu. Bu donanmaya karşı gelebilecek hiçbir güç düşünülemezdi. Hele ki yıpranmış, teknoloji açısından zayıf ve parçalanmak üzere olan Osmanlı, bu armada ile asla baş edemezdi.

İtilaf devletlerinin deniz harekatı 19 Şubat 1915’te başladı. 13 Mart 1915’e kadar düşman gemileri tabyaları top ateşine tuttu, mayın tarama gemileri olabildiğince yol açtı. Boğazları zorlayarak geçebileceklerine inanan düşman kuvvetlerinin, kararlı ve dirençli bir karşılık almaları bu işin o kadar da kolay olmadığını gösteriyordu. Bir ay boyunca yapılan binlerce mermi atışının ardından çok da büyük bir gelişme elde edilememişti.
.jpg)
18 Mart’a kadar geçen bu dönemde boğazın girişinde bulunan Rumeli yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyaları tahrip edilmişti. Boğaza giriş kapıları aralanmış ama hala ilerde olacaklar belirsizdi. Ve 18 Mart 1915 sabahı geldiğinde kimse günün sonunda neyle karşılaşılacağını bilmiyordu. 17 Mart 1915’te Amiral Carden’in yerine Amiral de Robeck’in atanmasıyla 18 Mart da gerçekleşecek plan uygulanmaya konuluyordu. Plana göre; 18 Mart sabahı 3 deniz tümeninden oluşan düşman filosu boğazda belirdi. Filonun en güçlü gemilerinden oluşan 1. tümen bizzat Amiral de Robeck tarafından kumanda ediliyordu.

Queen Elizabeth Zırhlısı
Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson muharebe gemilerinden oluşan 1. tümen saat 10:30’da boğazdan içeri girdi. Filonun önündeki muhripler savaş alanını tanıyorlardı. Planlanan noktaya ulaşıldığında Queen Elizabeth hedefi Rumeli Mecidiye Tabyası, Lord Nelson’un hedefi Namazgah Tabyası, İnflexible hedefi ise Rumeli Hamidiye Tabyası idi.

Bu arada düşman gemileri Kumkale’den gelen tedirgin edici ateş hattına da girmişlerdi. Obüslerden üstlerine ateş yağıyordu. Yine de mesafe uzak olduğundan Türk bataryaları savaş gemilerine karşılık veremiyordu. Saat 12:00 sularında Çimenlik, Rumeli Hamidiye ve Anadolu Hamidiye ateş almıştı. Plana göre büyük savaş gemilerinden oluşturulan 3. tümen, 1. tümenin arkasından harekete geçti ve hat önündeki yerini aldı. Yavaş yavaş yaklaşan gemiler bu cesurane ilerleyişlerinde Türk bataryalarından düşen mermi ateşi altında hatta vardılar. Şiddetli yapılan karşılıklı çatışmalarda aradaki bataryalar sustuysa da merkez bataryalar ateşe devam ediyorlardı. 900 yarda kadar içeri sokulduklarından şiddetli ateş bu gemilerin üzerine yağıyordu. 3. tümene ait olan iki İngiliz gemisi Triumph ve Prince George hattın kıç omuzluklarında yerlerini almış Rumeli Mesudiye ve Yıldız Tabyalarını hedeflemişlerdi. Rumeli merkez bataryaları çok yoğun bir ateş altındaydı. Mermilerin çoğu tabyalar içine düşmüş, telefon hatlarını bozmuş, yangınlar çıkarmıştı. Rumeli Mecidiye Tabyası topçuların şehit olması ile devre dışı kalmıştı.

Planın ikinci aşamasında Türk bataryaları üzerinde yeteri kadar üstünlük sağlanabilirse Albay Hayes Sadler komutasındaki 2. tümen devreye girecekti. Ocean, İrresistible, Albion, Vengeance, Swiftsun ve Majestic’ten oluşan 2. tümen 3. tümenin yerini alacak ve kurulan B hattından son olarak yakın muharebe yapılarak tabyalar içinden olmayıp mayın hatlarını savunan toplar tahrip edilerek bombardımandan hemen sonra mayın tarama işlemlerine başlanacaktı.

Fakat 3. tümenin yerini alacak 2. tümen gelmeden önce beklenmedik bir şey oldu. Saat 14:00’e doğru Suffren büyük bir hızla Boğazı terk etmekte ve Bouvet’de onu izlemekteydi. A hattını geçmek üzereyken Fransız gemisi Bouvet’de bir iki patlama oldu ve Anadolu Hamidiye Tabyasınca ateş altındayken 3 dakika içinde sulara gömüldü. İtilaf donanmasında büyük bir şaşkınlık yaşanıyordu. Queen Elizabeth ve Agamemnon dışındaki bütün gemiler ateşi kestiler. Muhripler ve istimbotlar personeli kurtarmaya gittiklerinde 20 kişi kurtarılabilmiş, 603 kişi sulara gömülmüştü. Bu arada 12:30 sularında Goulois isabet almış ve ağır yaralarla boğazı terk ediyordu. 15:30 sularında mayına çarpan Inflexible’ın durumu kötüydü ama yoğun çabayla Bozcaada ya ulaştı. 2. tümen İngiliz gemileri, 3. tümenin yerini aldığında bu manzara ile karşılaşmıştı. Saat 14:30’da ateşe başlayarak 10 yardaya kadar yaklaştılar. Namazgah Tabyasını bombardıman ediyorlardı. Saat 15:00’te Rumeli Hamidiye daha sonra da Namazgah aldığı isabetle savaş dışı kalmıştı.
Seyit Onbaşı’dan daha sonra aynı topu
bir daha kaldırması istenmiş fakat kaldıramamıştır.
Bu nedenle tahtadan yapılmış bir topla
fotoğraf çektirmiştir.
Anadolu Hamidiye Tabyası hasar görmemişti ve İrrisitible’a ateş ediyordu. Saat 15:14’de İrrisitible’de korkunç bir patlama duyuldu. Saat 16:15’te tabyalarda uzaklaşmak isterken bir mayına çarptı. Bu bölgede bir gece önce Nusret’in döktüğü mayınlar hiç hesapta yokken can alıyordu. Bölgenin mayınlı olduğunu anlayan Amiral de Robeck 2. tümenin geri çekilmesi için emir verdi. Bu sırada Seyit Ali Onbaşı tek başına taşıdığı 215 kg’lık topu kundağa yerleştiriyor ve Ocean’ı durmadan yaralıyordu. Bunun üzerine bir de 18:05’te geri çekilirken Ocean da mayına çarptı. Güçlü top ateşine rağmen Ocean’ın personeli muhripler tarafından kurtarıldı. 18 Mart’a yaşananlar şaşkınlık yaratmıştı. Lord Fisher gibi ordusuz bir donanmanın başarıya ulaşamayacağını söyleyenler haklı çıkıyor, De Robeck ve Churchiil gibi hala donanma ile boğazları zorlayıp İstanbul’a çıkabileceği düşüncesi yeni hareket planları doğuruyordu. Türk tarafı ise, 18 Mart’ta kazandığı zaferden dolayı kendisine olan güvenini tazelemiş, Çanakkale’nin Boğazlardan geçilemeyeceğini tüm dünyaya göstermişti. Bu zaferin ardından, Müttefiklerin kaçınılmaz kara harekatına karşı Türk tarafı da son sürat hazırlıklara başlamıştı. Çanakkale’de 5. Ordu oluşturulmuş başına da Mareşal Liman Von Sanders getirilmiştir. Kıyılar dikenli tellerle çevriliyor, birlikler önemli yerlere yerleştiriliyordu. Müttefik çıkarmasını bekleyen bir başka kişi ise 19. İhtiyat Tümeni’nin başında bulunan Yarbay Mustafa Kemal’di.
Çanakkale Savaşı – Kara Harekatı
Çanakkale Savaşları’nda Deniz Harekatı’nın başarısızlığı umutları Kara Harekatı’na çevirmişti. Daha 1 Mart’ta Yunanistan, Gelibolu Yarımadası’nı işgal etmek mümkün olduğu takdirde İstanbul üzerine yürümek üzere İngiltere’ye üç tümenlik bir kuvvet önermişti. İngiliz ve Fransızlara kalsa öneri kabul edilebilir. Ancak Rus Çarı, İngiliz Büyükelçisi’ne, hiçbir şart altında Yunan askerinin İstanbul’a girmesine izin vermeyeceğini bildirerek bu tasarıyı önledi. Londra’da ise, harekatı Donanma yalnız mı yapsın, yoksa Kara ordusu ile birlikte mi hareket etsin tartışması yapılmakta idi. Bir kara ordusuna ihtiyaç olduğunu savunanların arasında Lord Fisher geliyordu. Bununla beraber son karar, savaş bakanı Lord Kitchener’in di. O ise, ısrarla elinde birlik olmadığını söylüyordu, ama seçkin bir birlik olan ve İngiltere’de bulunan 29’ncu Tümen’e hiçbir görev verilmemişti. Nihayet Mart’ta Kitchener Çanakkalecilerin tarafına kayarak 29’ncu Tümenin Ege’ye sevk edileceğini, Çanakkale’de bulunan deniz piyadelerine Gelibolu Yarımadasının temizlenmesinde yardım edeceğini açıkladı. Bu haber Fransa cephesinde bulunan İngiliz generallerinin öylesine büyük tepkisine yol açtı ki, Mareşal sözünü geri alarak 18 Şubat’ta bu birliğin yerine o sırada Mısır’da bulunan Avustralya ve Yeni Zelanda tümenlerinin gideceğini bildirmek zorunda kaldı.
General Sir William Birdwood
Askeri durumu tetkik için Çanakkale’ye gönderilen General Sir William Birdwood, 5 Mart’ta Kitchener’a gönderdiği raporda, donanmanın tek başına Boğaz’dan geçemeyeceğine inandığını, kuvvetli bir ordunun karadan donanmayı desteklemesi gerektiğini bildiriyordu. Bu rapor Kitchener’in bütün tereddütlerini giderdi. 10 Mart da 29’ncu Tümenin Ege’ye gönderileceğini açıkladı. Ayrıca bir tümen de kendilerinin göndermeleri için Fransızları ikna edeceğini ilave ediyordu.
Böylece Mısır’daki Anzak Tümenleri ile birlikte 70 bin kişilik bir kolordu bu işe ayrılmış oluyordu. Birdwood’un raporuna rağmen, hala donanmanın tek başına Boğazı geçebileceğini düşünenleri vardı. Bu karışıklık içinde Kara kuvveti hazır olana kadar Donanmanın harekatını geri bırakılmasını, bu surette Kara ve Deniz Kuvvetlerinin müşterek harekata başlamasının en iyisi olacağını hiç kimse aklına getiremiyordu. O sıralarda Londra’ya hakim olan bu kargaşalık ve belirsizliği, ne yapacağı belli olmayan sefer kuvvetleri’nin Komutanlığına yapılan atamadan anlamak mümkündür. Bu komutan, Kitchener’in Güney Afrika savaşlarından eski bir arkadaşı General Sir Ian Hamilton’du.
Bu savaş kimi zaman çıkartmalarla kimi zaman kanlı boğuşmalarla ama genelde siper savaşları dediğimiz psikolojik bir harekata da dönüşecektir. Kara savaşları 25 Nisan sabahı başlayıp 9 Ocağa kadar devam edecektir. Her iki tarafın toplam yarım milyona yakın zayiat verdiği, dünya tarihinde bir eşi olmayan bir savaş yaşanmıştır. 18 Marttaki mağlubiyete bizzat şahit olan Hamilton, yenilginin nedenini ve bundan sonra nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini konusunda fikirleri değişmiş ve donanmasının bu işi tek başına becerecek durumda olmadığı kanaatine varmıştı. İtilaf devletleri karadan yapılacak harekat için hazırlıklara vakit kaybetmeden başlamışlardı. Deniz Tümeni’ni taşıyan 14 nakliye gemisi, 27 Martta Mısır’ın Port Sait Limanı’nda toplanmış, ertesi gün de 29. Tümen ile Fransız kuvvetlerini taşıyan 50 kadar gemiden oluşan armada, İskenderiye’ye varmıştı. Mısırda hazırlıklar devam ederken 75.000 kişiyi bulan birliklerin nakli ancak 22 Nisana kadar tamamlanmıştır.
25 Nisan 1925 Kara Taarruzu
Limni Adası’nda günlerini tatbikat yaparak geçiren müttefiklerin harekat günü 23 Nisan olara belirlenmiş olsa da hava muhalefeti nedeniyle çıkartmayı 48 saatlik bir gecikmeyle 25 Nisan da yapmaya karar vermişlerdir. Seddülbahir’den Bolayır’a kadar şiddetli bombardımanla beraber 25 Nisan sabahı saat 05:00’te düşmanın birçok yerde çıkarmaya başladığı haberleri gelmeye başladı. Liman Paşa, düşüncesinde ısrar ederek, gelen raporları kurmayları ile değerlendirmemiş, hatta bu durumu memnuniyet verici olarak değerlendirmiştir. Liman Paşa, fikrinde ısrarı günün bütününde de sürmüş, Alman yaveri Prigge ile Bolayır kıyılarında akşama kadar çıkarma gösterisini izlemekle yetinmiştir. Seddülbahir’den gelen raporlar üzerine durumun kritik bir hal alması üzerine 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa asıl çıkartma yerleri hakkında Liman paşayı ikna etmeye gitmişti. Liman Paşa, Bolayır’da akşama kadar beklemeyi tercih etmiştir. Halbuki, düşmanı Seddülbahir’de karşılayan 9. Tümen Komutanı Sami Bey, alınacak son önlemleri belirterek, takviye beklemiştir.
Anzak Koyu, 25 Nisan 1915
Diğer yandan Arıburnu sırtlarından da düşmanın ilerlemesi, 9. Tümen’in 27. Alay’ını harekete geçirmesi ile durdurulmuş olmakla beraber durumunun kritikliği devam etmektedir. Arıburnu çıkartmasında General Birdwoord yönetiminde ki Anzak Kolordusu’na bu görev verildi. Ancak kolordunun hedefi Kabatepenin Kuzeyinde karaya çıkmak, sol tarafını emniyete alarak Maydos’a doğru doğu istikametinde yürümekti.
Anzak Kolordusu’nun gerçekleştireceği bu çıkarma, Avustralya ve Yeni Zelanda tarihi gibi Türk tarihi açısından da büyük öneme sahiptir. Zira Boğaz’ın kilit noktası, Kilitbahir platosunun muhafazası için önemli bir konuma sahip olan Kocaçimen ve Conkbayırı tepelerine hakim olma mücadelesi sahnelenecekti. Anzakların “Gun Ridge” adını verdikleri Kavaktepe, Conkbayırı, Kocaçimentepe hattını hızla ele geçirmek suretiyle ilk örtme kuvvetinin hemen arkasından karaya çıkacak ana kuvvetin, nispeten daha az arızalı araziyi aşarak Maltepe ve Maydos’a hızla ilerlemesi için yol açılmış olacaktı. Böylece Seddülbahir’deki Türk birliklerinin geri irtibatı tamamen kesilecekti.
Seddülbahir Cephesi
Seddülbahir Cephesi’ndeki İngiliz ve Fransız birliklerinin ilk hedefi Kitre Köyü ve hemen kuzeyindeki Alçıtepe olmuştur. bu hedeflerin ele geçirilmesi için ilk müttefik taarruzu olan Birinci Kitre Muharebesi, 28 Nisan 1915 sabahı başlamıştır. Taarruzun sol kanadındaki 2 İngiliz tugayı, sağ kanadında ise 5 Fransız taburu taarruza katılmıştır. Türk savunması İngiliz taarruzları karşısında tutunurken Fransız kesiminde yarılma noktasına gelmiştir. Cephe komutanı Albay Halil Sami Bey, hatların geri çekilmesi emri vermişken, iki bölüklük bir kuvvet, donanma topçusunun ateşinde bir gedik bularak hatları takviye etmiştir. Bunun üzerine geri çekilme emri derhal geri alınmıştır. Öğleden sonra Yarbay Sabri Bey, iki taburluk bir kuvvetle karşı taarruza geçerek müttefikler taarruz çıkış hatlarına geri çekilmişlerdir. Türk kayıpları 2.380, müttefik kayıpları ise 3.000’dir.
İstanbul’dan gelen Heyet-i Edebiyye,
Seddülbahir cephesinde siperlerde.
Müttefik kuvvetlerin ikinci taarruzu, 6 Mayıs 1915 sabahı başlayan İkinci Kitre Muharebesi’dir. 8 Mayıs’a kadar süren çatışmalarda Müttefik kuvvetlerin “bağlantı noktası”, en soldan taarruz edecek olan bir İngiliz tugayıdır. Bu tugay, ilk günkü taarruzunda yoğun bir ateşle karşılaşmış ve ilerleyememiştir. Taarruz hattı, en sol kenardan başlayan bu engelle, en sağa kadar durmak zorunda kalmıştır. Sol uç, ilerleyemeyince diğer birlikler de planlanan ileri harekata girişememişlerdir. Türk ateşinin en yoğun olduğu rapor edilen tepe, donanma ve sahildeki top bataryaları tarafından hallaç pamuğu gibi atıldığı halde, Türk tarafının ateş gücünde bir değişiklik olmamıştır. Balonlarla yapılan hava keşfi de Türk mevzilerinin yerini saptayamamıştır. İkinci gün merkez kesimden, üçüncü gün tekrar sol kanattan yapılan taarruzlar da aynı ateşle karşılaşarak durmuştur. Üç günlük muharebelerin sonunda müttefik kuvvetler, en fazla 500 metre ilerleme sağlayabilmişlerdi. Müttefik kaybı 6.500, Türk kaybı ise 2.000’dir.
Müttefik kuvvetlerinin üçüncü taarruzu, 4 Haziran 1915 tarihli Üçüncü Kitre Muharebesi’dir. Donanma topçusunun üç yönden, kara topçusunun ise cepheden geliştirdiği hazırlık ateşi ardından başlayan savaşta, Türk cephesinin sol kanadından taarruz eden Fransız birlikleri yer yer Türk siperlerine girmişlerdir. Yarbay Selahattin Adil siperlerine girmişlerdir. Yarbay Selahattin Adil komutasındaki 12. Tümen’in karşı taarruzuyla bir siperlerden çekilmişlerdir. Sağ kanatta ise İngiliz birlikleri Türk siperlerine girmiştir. İkinci Topçu Bataryası komutanı Teğmen Arif Tanyeri’nin, 150 askeriyle ileri çıkıp cepheyi tutmasıyla Türk hatlarının kırılması önlenmiştir. Türk cephesi, Kitre Köyü’ne bir kilometre mesafede sabitlenmiştir. İzleyen 5 Haziran günü Türk 9. Tümen’in saldırısı başarılı olmamış, akşam saatlerinde Arıburnu Cephesi’nden kaydırılan Yarbay Hasan Askeri komutasındaki П. Tümen’in taarruzu ise birkaç yüz metre ilerlemiştir. 6 Haziran günü ise küçük çaplı çatışmalara geçmiştir. Üçüncü Kitre Muharebesi’nde müttefik kayıpları 7.500, Türk kayıpları ise 4.500 yaralı, 4.500 şehittir.
Her üç taarruzun başarısız olması üzerine cephe komutanları, İngiliz komutanı H. Weston ve Fransız komutan Gouraund, tüm cephe hattında değil de, daha sınırlı bir hattan taarruzu gerekli görmüşlerdir. Böylece gerek piyade, gerekse de topçu unsurları daha dar bir cephede kuvvet merkezi (sikler merkezi) oluşturulacaktı. Planın ilk operasyonu, cephenin en sağ (doğu) bölgesi olan Kerevizdere’de uygulamaya konulmuştur. 18 Haziran’da başlayan topçu ateşi üç gün boyunca sürdürülmüştür. 21 Haziran günü Fransız birliklerinin taarruzuyla başlayan Birinci Kerevizdere Muharebesi’nde Fransız birlikleri, hedefleri olan tepeyi ele geçirmeyi başarmıştır. Muharebelerde Fransız kayıpları 2.500, Türk kayıpları ise 6.000 kişidir.
Bir sonraki Zığındere Harekatı, bu kez cephenin sol kanadında taarruzu öngörmektedir. Zığındere ile sahil arasındaki Zığın sırtı boyunca iç tugayla ve Zığındere’nin karşı yamaçlarından iki tugayla taarruz etmektedir. Zığın sırtı Albay Refet Bey’in komutasındaki 11. Tümen’in savunma bölgesidir. Zığındere ile Kanlıdere arasındaki bölge ise Albay Halil Bey’in 7. Tümen’i tarafından savunulmaktadır. Her iki tümen de tek tugaylıdır. Deniz ve kara topçusunun 26 Haziran’da başlayan bombardımanı üç gün sürmüştür. 28 Haziran’da iki saatlik hazırlık ateşi ardından başlayan taarruz, sağ kesimde Türk siperlerinin tümünde başarılı olmuştur. bombardıman sonrasında Türk ön hat siperlerinde sağ kalanların tümü yaralı subay ve erattır. 800 metre mesafedeki Kitre Köyü’ne yapılan ileri hareket, topçu ateşiyle durdurulmuş, hemen ardından Türk karşı taarruzları başlamıştır. Siperler 30 Haziran 1915 günü sabahına kadar birçok kez el değiştirmiş, sonunda İngilizlerde kalmıştır. Zığın sırtının kuzeyinden 1 Temmuz 1915 günü ilk kez yenilenen Türk taarruzu, yoğun topçu ateşi altında etkisiz kalmıştır. 5 Temmuz 1915 tarihinde Albay Hasan Basri Bey’in 5. Tümen’in Zığın sırtına ve Albay Nicola’nın komutasındaki 3. Tümen’inin Zığındere’nin doğu yamaçlarına giriştikleri taarruz ise sonuç alamamıştır.
Her iki kanattan yapılan taarruzların ardından bu kez cephenin merkez bölümünde taarruza geçilmiştir. Üç saat süren ve 60.000 top mermisinin kullanıldığı hazırlık ateşi ardından 12 Temmuz 1915 sabahı başlayan İkinci Kerevizdere Muharebesi iki gün sürmüştür. Hazırlık ateşi ardından başlayan İngiliz taarruzu, hiçbir savunmasının sağ kalmadığı ilk hat siperlerini almış, ikinci hat siperlerinde ise ağır kayba uğrayarak geri çekilmiştir. İkinci girişilen İngiliz taarruzu, Türk topçusunun ateşiyle geri çekilmiştir. Savaş sonunda cephenin en sol yanındaki birkaç siper parçası işgal edilebilmiş, sağ kesimde ise Fransız birlikleri Türk siperlerinde tutunmayı başarmıştır. iki günlük muharebelerin sonucunda müttefik kayıpları 5.800, Türk kayıpları ise 9.700’dür.
Bu muharebeler sonunda Sedülbahir Cephesi’nde Türk kuvvetlerini atarak ilerlemenin olanaksız olduğu ortaya çıkmıştı. Müttefik kuvvetler komutanı General Hamilton, takviye kuvvetlerle Suvla Koyu’nda bir çıkartma yapmayı planlamıştır. Bu çıkartma harekatının, Anzak Kolordusu komutanı General W. Birdwood’un önerdiği Sarı Bayır Harekatı ile aynı tarihte uygulamasına karar verilmiştir. Ayrıca Türk savunmasının dikkatini yarımadanın güney ucuna çekmek için Seddülbahir Cephesi’nde yanıltıcı bir taarruz planlanmıştı. Kitre Bağları Muharebesi olarak bilinen bu taarruz, 6 Ağustos sabahı İngiliz birliklerinin taarruzlarıyla başlamıştır. İngilizler, ilk hat siperlerine girmiş, ancak karşı taarruzla geri atılmışlardır. Taarruzun ikinci günü girişilen İngiliz taarruzları, Kitre Köyü’nün güney batısındaki bir bağ alanının bir bölümünde tutunabilmiştir. Sınırlı hedeflere yönelik, üstelik de bir yanıltma operasyonu olan İngiliz taarruzunun bu denli kayba rağmen başarısız olması üzerine General Sir Ian Hamilton, Seddülbahir Cephesi’nde hiçbir askeri harekata girişilmemesi emrini vermiştir.
Arıburnu Cephesi
Arıburnu Cephesi
Arıburnu Cephesi’nde 25 Nisan 1915 sabahı çıkartma yapılan Anzak Kolordusu örttü kuvvetleri, sahildeki Türk gözetleme postalarını atarak bir köprübaşı oluşturmuşlardır. Sahile çıkan örtü kuvveti, üç koldan sırtlara ilerlemiştir. Sırtlardaki Türk direnişi, ileri harekatı yer yer engelliyor, genel olarak geciktiriyordu ama sahil tehdit edecek bir harekat gösteremiyordu. Buna karşın sırtlarda yer yer süren çatışmalarda Anzak kayıpları artmakta, sahile yağan takviye talepleri karşısında çıkan tüm birlikler derhal ateş hattına gönderilmektedir, sahilde ihtiyat tutulamamaktadır. Anzak mevzilerine taarruza girişmiştir. Bu taarruzla Anzak birlikleri sırtın batı yamaçlarına çekilmişlerdir.
Ordu ihtiyatındaki 19. Tümen komutanı Kurmay Yarbay Mustafa Kemal çıkartma başladığı sıralarda 57. Alay ve bir topçu bataryasıyla Conk Bayırı’na hareket etmişti. Karargahta, 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’ya kararını anlatmıştır. Esat Paşa, bu kararı onaylamış, Albay Halil Sami Bey’in 27. Alay’ını da yarbayın komutası altına vermiştir. Esasen 19. Tümen, ordu ihtiyatıdır, ancak Mareşal Sanders’le halen temas kurulamamış olması nedeniyle Esat Paşa, kendi inisiyatifini kullanarak tümeni komutası altına almış ve Mustafa Kemal’in görüşü yönünde görevlendirmiştir.
Bu arada Kılıçbayır yönüne sevk edilen Avustralya birlikleri, bölgeye ulaşır olaşmaz muharebeye sürülmektedir. Çünkü Türklerin sırtlardan aşağı akıp cephe hattını kırmaları an meselesi olarak görünmektedir. 19. Tümen’e bağlı dört alayın bölgeye intikali ardından Türk Arıburnu Kuvvetleri Yarbay Mustafa Kemal Bey emriyle saat 15:30 dolaylarında yeniden bu kez toplu olarak taarruza geçmişlerdir. General Hamilton anılarında şöyle anlatır. “Gebe dağlar Türk doğurmaya devam ediyor. Bizim mevzilerimizin en yüksek ve en merkezi yerine birbirini kovalayan dalgalar halinde yükleniyorlardı.” Bu taarruzun sonucunda Kılıçbayır’ın iki yanından gelişen Türk taarruzları karşısında Kılıçbayır ve hemen güneybatısındaki Cesaret tepe kesin olarak Türklerin eline geçmiştir. Düztepe’nin alınması, Türk birliklerine Kılıçbayır üstünden Anzak sahiline geniş bir taarruz hattı açmıştı ama, Türklerin zaten ellerindeki az bir kuvvetle yaptıkları bu taarruzu sürdürecek kuvvetleri yoktur. Anzak cephesindeki bu gedik, savaş boyunca kalmıştır.
Harekatın ilk günüde karaya çıkartılan asker sayısı 15.000’dir. yaklaşık 2.000’i ölü olmak üzere kayıplar 3.500’dür. gece yarısına doğru Anzak Kolordusu Komutanı Birdwood, emrindeki her iki tümen komutanın da tahliyeden yana olduklarını, kendisinin de bu görüşü paylaştığını General Hamilton’a bildirmiştir. Anzak ordusu gün boyu süren çatışmalardan dolayı bitkindir, morali düşüktür, birlikler halen dağınıktır. Gün boyu süren Türk taarruzları, Anzak cephesinin kuzey batı kesimindeki sırtta (Kılıçbayır) bir gedik oluşturmuştur. Bu gedik Anzak çıkartma bölgesi için bir tehdit oluşturmaktaydı. Gece boyu takviye alan Trük kuvvetlerinin etkin biir topçu desteğiyle sabah girişecekleri bir karşı taarruza kesin gözüyle bakılmaktadır. Ordunun bu haliyle bu saldırıyı göğüsleyemeyeceğinden, sahilde imha edileceğinden korkulmaktadır. Amiral Thursby ise tahliyenin çok fazla kayba neden olacağını, pozisyonu korumanın daha iyi olacağı görüşündedir. General Hamilton, sahilde kalınarak birliklerin direnmeye devam etmesine karar vermiştir.
Takviye olarak bölgeye gönderilen İngiliz 9. Kolordusu’nun Suvla Koyu’na çıkartma yaptığı 5-6 Ağustos gecesi, bir Anzak tümeni gece yürüyüşüne geçmiştir. Hedefleri, Kocaçimen Tepesi-Besim Tepe-Conk Bayırı hattıdır. Sarı Bayır Harekatı olarak bilinen harekatta Anzak birlikleri sırtlara kadar yaklaşabilmiş ama sırtları alamamıştır. Muharebelerin yoğunluğu Conk Bayırı bölgesinde olmuş, Conk Bayırı Muharebesi 9 Ağustos 1915 tarihine kadar sürmüştür. Kurmay Albay Mustafa Kemal’in 10 Ağustos sabahı başlattığı taarruz ile Anzak kuvvetleri sırtlardan çekilmek zorunda kalmışlardır. Suvla Koyu’nda İngiliz Kolordusu’nun ikinci genel taarruzuyla aynı gün 21 Ağustos’da Anzak birliklerinin sonuçsuz Bomba Tepe taarruzu, Çanakkale Savaşı’nın son muharebesi olmuştur.
Anafartalar Cephesi
Anafartalar Cephesi
Her iki cephedeki kanlı çatışmalar ardından 1915 yılının Temmuz ayı sonlarında cepheler kilitlenmiş, çatışmalar mevzii harbine dönüşmüştü. Gelibolu Yarımadasında bir sonuç elde edebilmek için İngiliz General Sir Ian Hamilton, daha kuzeyde üçüncü bir cephe açmak gereği duymuştur. Burada amaç, sert direnme gösteren her iki cephedeki Türk kuvvetlerinin geri hattına çıkarak kuşatmaktır. Hamilton, üçüncü cepheyi küçük ve büyük Kemikli burunları arasındaki Suvla kumsalına, takviye olarak gelen İngiliz 9. Kolordusu’nu çıkartarak yapmıştır. 6 Ağustos 1915 tarihinde Suvla Koyu’na yapılan çıkartmayla Çanakkale Savaşı bu bölgeye kaymış, Arıburnu’ndaki Anzak kolordusu ile Suvla çıkartma kuvvetleri, dolayısıyla bu iki cephe birleşmiştir. Gelibolu Yarımadası’nın Müttefik kuvvetlerce tahliyesine kadar asıl çatışmalar bu bölgede olmuş, Seddülbahir Cephesi, kayda değer bir çatışmaya sahne olmamıştır. 5-6 Ağustos gecesi başlayan çıkartma gün boyu sürmüştür. Suvla Ovası’na hakim ilk kademe sırtlardaki üç Türk taburu, çıkartma birliklerinin ileri harekatını durdurmayı başarmıştır.
İngiliz 9. Kolordusu’nun genel bir taarruz için düzen alması, 8 Ağustos tarihin bulmuştur. Ertesi gün, 9 Ağustos 1915 günü şafakta iki İngiliz tümeni taarruz için ilerlemeye başladığı sırada Kurmay Albay Mustafa Kemal Bey’in de taarruzu başlamıştır. Türk taarruzu, önlerindeki İngiliz kollarını atarak ilerlemiş, öğleden hemen sonra İngiliz 9. Kolordusu komutanı General Stopford, ihtiyatta tuttuğu tümeni ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı başarabilmiştir. Birinci Anafartalar Savaşı’nın hemen ertesi gün, 10 Ağustos 1915 sabahı Mustafa Kemal, Kocaçimen Tepesi-Conk Bayırı hattında yeni bir taarruz yapmıştır. Albay Ali Rıza Bey komutasındaki 8. Tümen ve 9. Tümen komutanı Albay Cemil Bey komutasındaki 9. Tümen’in taarruzuyla müttefik cephesi 500-1.000 metre geri atılmıştır.
Bu bölgedeki Türk taarruzunun başladığı saatlerde daha kuzeyde, İngiliz 53. Tümen’i Yusufçuk Tepe ve daha kuzeydeki Küçük Anafartalar Tepesi Yönünde taarruza geçmişti. Yoğun topçu ateşleri sürmüş olup iki Türk taburunun savunması, mevzileri korumayı başarmıştır. Son muharebeler sonunda Arıburnu Cephesi’nde Anzak kuvvetleri eski hatlarına çekilmiş, Anafartalar Cephesi’nde ise Suvla Ovası’nın sahil bandından kalmışlardı. Özellikle bu bölgede, hakim sırtlardaki Türk mevzilerinin ateşi altında kalmakta idiler. Müttefik kuvvetler üst komutanı General Sir Ian Hamilton, bu sırtların en azından kuzey kesimini oluşturan Tekketepe yükseltilerinin bir an önce ele geçirilmesinin gerekliliğini bilmektedir. Bu amaçlar sahile yeni çıkartılmış olan 54. Tümen ile bu sırtlara taarruz kararı vermiştir. Bu tümenin bir taburunca 12 Muharebesi olarak bilinen taarruz, Türk savunması önündeki ağır kayba uğrayarak geri çekilmiştir.
Bu taarruzun başarısızlığı üzerine General Hamilton, taarruzu daha kuzeye kaydırarak 12. Tümen’i sağ yandan çevirmeyi amaçlayan bir taarruz planlamıştır. Bu taarruz Kireçtepe ve Kireçtepe sırtlarının işgal edilmesini amaçlamaktadır. Böylece 12. Tümen kanat kırarak Tekketepe’den çekilmek zorunda kalacak, savaşarak alınamayan bu yükselti, İngiliz kuvvetlerinin eline düşecektir. Kireçtepe sırtları, Suvla Koyu’na çıkartma yapıldığı 6 Ağustos 1915 tarihinden itibaren Yüzbaşı Kadri Bey Komutasındaki Gelibolu Jandarma Taburu tarafından tutulmaktadır. Üç tugaydan oluşan İngiliz birlikleri 15 Ağustos 1915 günü taarruza geçmiştir. Ağır kayıplara yüzbaşı Kadri Bey’in ağır şekilde yaralanması da eklenince tabur geri çekilmiş, Kanlıtepe-Havantepe hattında yeniden mevzi almıştır. Akşam saatleri bölgeye ulaşan bir taburluk takviye ile karşı Türk kuvvetleri karşı taarruza geçmiştir. Çatışmalar gece boyu sürmüş, 16 Ağustos sabahı bölgeye gelen Mustafa Kemal, taarruzu kendisi yönetmiştir. Kısa süre sonra İngiliz birlikleri eski hatlarına geri çekilmişlerdir.
Aynı gün başarısız bulunan İngiliz 9. kolordusu komutanı General Stopford ve iki tabur komutanı, General Hamilton tarafından görevden alınmıştır. Hemen ardından Seddülbahir Cephesi’ndeki İngiliz 29. Tümeni Anafartalar Cephesi’ne aktarıldı. Mısır’da bulunan 5.000 kişilik bir tümen de aynı cepheye getirildi. Bu şekilde içerden ve dışardan takviye edilen Anafartala Cephesi’ndeki kuvvetlerle genel bir taarruz planlandı. Müttefik taarruzu, Ananfartalar grup Komutanı Kurmay Albay Mustafa Kemal’in sorumluluk bölgesinde 12. ve 7. Tümenlerin mevzilerine yönelmiştir.
İkinci Anafartalar Savaşı
Bu kuvvetler 21 Ağustos 1915 sabahı İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepelerine genel bir taarruza geçtiler. Aynı anda Anzak Kolordusu’na bağlı bir tugay da Bomba Tepe’ye taarruz etmiştir. İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepeleri’ne yönelik taarruz aynı gün, kesin bir başarısızlıkla son bulmuştur. Bomba Tepe’deki çatışmalar ise 29 Ağustos tarihine kadar sürmüş tepe, Türk savunmasının elinde kalmıştır. Bomba Tepe taarruzu, Çanakkale Savaşı’nın, tahliyeye kadar ufak çaplı çatışmalar yaşanmış olsa da, son muharebedir.
Müttefik Birliklerinin Tahliye Kararı
Müttefiklerin Gelibolu Seferi’ne eklenen yeni takviyelerle üçüncü bir cephe açılmasına karşın kara harekatı Müttefikler açısından bir sonuç getirmemiş, Osmanlı kuvvetlerinin direnci karşısında cepheler yeniden kilitlenmiştir. Bulgaristan’ın 14 Ekim 1915 tarihinde İttifak Devletlerine üzerinden bir demiryolu hattı 29 Ekim tarihinde işlemeye başlamıştır. Bu tarihten üç gün sonra General Ian Hamilton görevden alınarak yerine General Charles Monro atanmıştır. Monro cephede yaptığı incelemelerin ardından 3 Kasım 1915’de İngiliz Yüksek Savunma Konseyi’ne cephe hakkındaki görüşünü, “Gelibolu tahliye edilmelidir” şeklinde bildirmiştir. Bu kolay alınacak bir karar değildir. 6 Kasım 1915 günü İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener’in kararı Seddülbahir Cephesi dışındaki diğer iki cephedeki askerlerin tahliye edilmesi yönündedir. Ertesi gün 16 Kasım’da Müttefiklerin Selanik Cephesi de General Monro’ya bağlanmıştır. General Birdwood, General Monro’ya bağlı olmak üzere Çanakkale Müttefik Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı.
Kesin karar 7 Aralık 1915 tarihinde verilmiştir. Arıburnu ve Anafartalar Cepheleri’ndeki Müttefik kuvvetler tahliye edilerek Selanik Cephesi’ne kaydırılmış, Seddülbahir Cephesi’ndeki kuvvetler ise yerlerinde kalmışlardır. Bu cephedeki kuvvetlerin tahliyesine 27 Aralık 1915 tarihinde karar verilmiştir. Tahliye işlemleri 9 Ocak 1916 sabahı tamamlanmıştır. Böylece Gelibolu Muharebeleri Osmanlı kuvvetlerinin zaferiyle sonuçlanmıştır
Çanakkale Savaşı’ndaki Asker Kayıpları
1.Müttefik toplamı 44.072-97.037-141.109
2.Birleşik Krallık 21.255-52.230-73.485
3.Fransa Krallığı 10.000-17.000-27.000
4.Avustralya (1) 7.594-20.000-27.594
5.Yeni Zelanda (2) 2.701-4.546-7.247
6.Hindistan 1.358-3.421-4.779
Çanakkale Savaşı’nın sonuçları
Mustafa Kemal Çanakkale Savaşına
İngiltere ve Fransa ile Osmanlı ve Alman orduları arasında geçen ve iki taraftan toplam 500.000’den fazla insanın “kaybına” (ölüm, firar, esir, sakatlanma ve hastalıklar) neden olan savaşın ardından İtilaf Devletleri Çanakkale Boğazı’nı geçmemiş, İstanbul’u işgal edememiştir. Pek çok tarihçi, Rusya’da zorda kalan çarlık rejimi devrilmesinde ve 1. Dünya Savaşı 2 yıl uzamasından bu olayın önemli payı olduğu görüşündedir. Çanakkale Savaşı, müttefikleriyle Rusya’nın irtibatını önlemiş, bu arada Lenin ve yandaşları Bolşeviklerin Ekim devrimi ile Rusya savaş dışı kalmıştır. Bu durum ihtilal Rusyası ile müttefiklerin birbirinden ayırmıştır. Sovyet Rusya Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara hükümetine belirli ölçüde lojistik destek sağlamıştır.
Bu savaşlar, İngiliz ve Fransız kuvvetlerini Gelibolu Yarımadası’na bağlamış, Almanya ve müttefiklerinin yükleri hafiflemiştir. Savaşta, çok sayıda eğitilmiş insan kaybedilmesi nedeniyle Cumhuriyet Dönemi’nde eğitilmiş insan sıkıntısı çekilmiştir. Karşılıklı olarak çok büyük insan ve malzeme zayiatı verilmiştir. Mustafa Kemal bu savaşta Conkbayırı Anafartalar ve Arıburnu’nda görev yapmıştır. Çıkartmanın ilk günü Conkbayırı’ndaki müdahalesi ve savaşın son aşamalarında üstlendiği görevler, Mustafa Kemal’in askeri yeteneklerini ortaya çıkarmış, “Anafartalar Kahramanı” olarak tanınmasını sağlamıştır. Bu durum daha sonraları Mustafa Kemal’in milli liderliğini ortaya çıkarmıştır.
Çanakkale Geçilmez
/0 Yorumlar/in Haberler /tarafından sivaslioglu-perpaÇanakkale Geçilmez
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- “bu: bir Avrupalı! ”
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Çanakkale geçilmez…
Çanakkale Zaferimizin 103. yıldönümünde başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehit ve gazilerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Vatan size minnettardır.
Çanakkale Savaşı, 1. Dünya Savaşı’nın sonlarına yaklaşırken 1915- 1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadasında Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir.
Çanakkale savaşı, Birinci Dünya Savaşı içindeki, tarihin en kanlı bölümü olarak bilinir. Türk’ün sayısız zafer, şan ve şerefle dolu tarihinin en parlak sayfasıdır. 1. Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre önce, 1911-1912 yıllarında Osmanlı Devleti son Afrika topraklarını İtalya’ya kaptırmış, 1912-1913 Balkan hezimeti ise, Rumeli’deki son Türk hakimiyetini silip süpürmüştür. Bulgar ordularının İstanbul kapılarını zorlaması, 500 yıldır Türk olan Rumeli’nin kaybı, İstanbul ve Boğazların güvenliğinin tehlikeye girmesi, o zamanın devlet adamlarında siyasi yalnızlığımızın doğal bir sonucu olarak değerlendirilmiştir.
Balkan Savaşında Yer Alan Başıbozuklar
Balkan Savaşı Başıbozukların son savaşı olmuştur
Dolayısıyla 1. Dünya Savaşı’na rastlayan günlerde Osmanlı Devleti yalnızlıktan ve emniyetsizlikten kurtulmak istemiş; fakat Balkan savaşının kötü hatıralarının tesiri altında kalan iki blokta Türk ittifakını küçümsemişler ve bu ittifakın kendileri için bir yük olmasından endişe etmişlerdi. Ancak, Alman İmparatoru, her iki blok arasındaki savaşta, Osmanlı devletinin hiç değilse bir kısım düşman kuvvetini meşgul edebileceği gerekçesiyle duruma müdahale etmiştir. Bu surette Osmanlı devleti, kaderine alelacele, 2 Ağustos 1914’te “üçlü ittifak’la bağlanmıştır. İşte Çanakkale Zaferini yaratan kuvvet, 1914 yazında küçümsenen değeri hakkında yanlış teşhis konan bu Türk Ordusu’dur. Avrupa’da savaş bütün şiddetiyle sürerken, hareket harbinin yerini siper harbi almıştır. Bu cephede yarma yapmak ve kesin sonuç almakta son derece zorlanmıştır. Halbuki “üçlü itilaf”ın askeri gücü günden güne artmaktadır. Bu güç, hareket savaşına müsait başka savaş alanlarında kullanılmalıdır. İngiltere başkanı Lloyd George ve Bahriye Nazırı Churchıll bu görüşü benimsemişlerdir. Çanakkale Savaşları, işte bu görüşü benimseyenlerin eseridir.
Hareket sahası olarak Gelibolu Yarımadasının seçilmesi, bu bölgenin jeopolitik bakımdan çok büyük öneme sahip olmasındandır. Boğazlar, özellikle güney Rusya ve bütün Karadeniz kıyılarının açık denizlere olan tek çıkış noktasıdır. Harp halinde bu geçidin kapanması, Rusya için hayati önem taşımaktadır. Zira, Rusya’nın insan ve hammadde kaynakları zengin, fakat sanayi ve mali imkanları sınırlıdır. Bunun için uzun ve sürekli bir savaşın gerektirdiği silah, cephane ve malzeme ikmalini temin edemeyecek durumdadır. Bu durumda Boğazlar Doğu cephesinin en müsait ve hayati menzil hattını teşkil etmektedir. Bu geçidin açılmasıyla Rusya’yı takviye edecek, Batı cephesinin yükünü hafifletecek dolayısıyla savaşı kısaltacaktır. Osmanlı devletinin savaş dışı edilmesiyle, muhtemelen Balkan devletleri ve İtalya “itilaf” devletleri yanında savaşa katılacaklardı. O zaman İngiliz Bahriye Nazırı olan Churchill’in ısrarla üzerinde durduğu bu fikirlere önceleri pek itibar edilmemiştir. Ancak 1914 Aralık ayında başlayan Türk-Sarıkamış Harekatı üzerine telaşlanan ve çok zor durumda kalan en azından hiç değilse bir kısım Türk kuvvetlerinin başka cephelere çekilmesini isteyen Rusya’nın yükünü azaltmak için, Çanakkale Seferi’ne karar verilmiş; fakat kesin neticeyi Batı cephesinde arayanları darıltmamak için öncelikle donanmayla ve zorla Çanakkale Boğazı geçilmeye çalışılmıştır. Çanakkale Savaşı genel hatları itibariyle: İtilaf Devletleri’nce; Osmanlı Devleti’nin başkenti konumundaki İstanbul’u alarak boğazların kontrolüne ele geçirmek, Rusya’yla güvenli bir tarımsal ve askeri ticaret yolu açmak, Alman müttefiklerinden bini savaş dışı bırakarak ittifak devletlerini zayıflatmak amacı ile açılan cephedir.
Hesaplaşma
Savaş Öncesi Avrupa Devletlerinin Genel Durumu
Yirminci yüzyılın başlarında Avrupa kendi sınırlarından taşıyordu. Ekonomik rekabet, sömürgecilik ve milliyetçilik akımları Avrupa’yı ikiye bölüyordu. Diğer yandan Almanya- Fransa ve Rusya- Avusturya arasındaki çekişmeler gerginliğe dönüşüyordu. 28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtı Arşidük Ferdinand’ın bir Sırp milliyetçi tarafından öldürülmesi bu gerginliğe son noktayı koydu. Bu olay üzerine Avusturya’nın 28 Temmuz 1914’te Sırbistan’a seferberlik ilanının ardından 1. Dünya Savaşı başlamış oluyordu. Bir yandan Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’dan oluşan “üçlü ittifak devletleri” bir yanda da İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan “üçlü itilaf devletleri” sonunda taraflar Avrupa’yı ikiye bölmeyi başarmışlardı. Savaş ilanlarının ardından İtalya tarafsızlığını ilan ettiyse de bir yıl sonra İtilaf Devletleri’ne katıldı. Bu sırada Osmanlı İmparatorluğu tarihin gördüğü en geniş sınırlarına sahip olmuş, her çeşit millet ve inanışı içinde barındıran ve yaklaşık 600 yıl süren saltanatını 20. yüzyılın başında kaybediyordu. Dışta ve içte yaşadığı mücadeleler Osmanlı Devleti’ni çökertiyor, topraklarını ve gücünü dağıtıyordu. Son olarak Trablusgarp savaşı ve Balkan savaşları ile arka arkaya yenilgiler alan Osmanlı Devleti, doğu Trakya dışında Avrupa’daki bütün topraklarını kaybetmiş, diğer ülkelerin nezdinde ki saygınlığını ve gücünü yitirmişti. Artık Osmanlı Devleti’nin ölümü bekleniyor ve diğer ülkeler tarafından paylaşım planları hazırlanıyordu.
Osmanlı – Alman İttifakı
Rusya boğazları ele geçirip sıcak denizlere inmeyi hedeflerken, İngiltere Süveyş Kanalı ve Hint yolunun güvenliği için Filistin’i ele geçirmeyi tasarlıyor. Fransa, Lübnan, Suriye ve Kilikya’nın kontrolünü düşlüyor; Almanlar doğuya yayılma politikası güdüyor, İtalyanlar ise Antalya’ya sahip olmak istiyordu. Birinci dünya savaşının patlak vermesinin ardından Osmanlı Devleti önce İtilaf devletleri ile birlikte olmaya niyetlendiyse de, Rusya’nın bu duruma soğuk bakması Osmanlı’yı Almanya’ya doğru itti ve 2 Ağustos 1914’te yapılan gizli bir antlaşma ile Osmanlı – Alman ittifakı kesinleşmişti. Bu tarihten sonra, güvenliği açısından seferberlik ve silahlı tarafsızlık ilan eden Osmanlı Devleti, 10 Ağustos 1914’te İngiliz donanmasından kaçan Goben ve Breslau adlı iki Alman savaş gemisini boğazlardan geçmesine izin verir ve Boğazları tüm yabancı gemilere kapatır. Goben ve Breslau boğazlardan geçmesi İtilaf devletlerinin tepkisine yol açmıştı. Bu gemilerin Çanakkale Boğazı’nı geçerek İstanbul’a geçmeleri büyük bir gerginlik yaratmıştı, çünkü Osmanlı devleti, Boğazlar antlaşması gereği boğazları tüm savaş gemilerine kapalı tutmak durumundaydı. Alman donanmasına bağlı bu gemilerin Boğazdan geçişine izin vermek savaş nedeni sayılacaktı. Bunun üzerine Osmanlı devleti, bu iki gemiyi daha önce İngilizlere sipariş ettikleri ve hatta parasını ödedikleri halde alamadıkları iki gemi yerine satın aldıklarını açıklar. Böylece, Yavuz ve Midilli adı verilen bu iki savaş gemisi Osmanlı Donanmasına katılmış olur. 27 Eylül 1914’te Amiral Soucgon komutasındaki Yavuz, tatbikat amacıyla çıktığı Karadeniz’e Ruslara ait Sivastapol ve Novorosisk limanlarını bombalayınca 1 Kasım 1914’te Ruslar Kafkasya’da sınırı geçerek fiilen savaş başlatmış ve Osmanlı Devleti de sıcak savaşı içine çekilmiş olur.
İtilaf Devletleri’nin Boğazları açma nedenlerinin başında, elbette ki boğazların sahip olduğu stratejik önem yatıyordu. Rusya’ya yardım edebilmek hedefiyle yapılanan bu düşünce; aynı zamanda Almanya’dan yeterli yardım alamayacağı ve fazla direnemeyeceği düşünülen Osmanlı’yı tek başına ve planlanmış bir barışa mahkum etmeyi planlıyordu. Ayrıca Boğazları kazanmak demek, İstanbul’u ele geçirip Osmanlı ve tüm Avrupa üzerinde manevi bir yıkıma sebep olmak demekti. Tarafsız kalan pek çok ülke bu başarıya kayıtsız kalamayacak ve İtilaf devletleri’ne katıldıklarını açıklayacaklardı. Boğazlardan geçilebilirse, kazanılacak olan başarı tüm Müslüman sömürgeleri sindirecek, güneyde sömürge devletlerini rahatsız eden hiçbir şey yaşanmayacaktı. Bu düşünceyle İngiltere 28 Ocak 1915’te Osmanlı’ya savaş açma kararı aldı ve bu karara Fransa’da katıldı. Batı Cephesi’nde 1914 yılının Eylül ayı sonlarında Alman Orduları, Fransız-İngiliz savunmasını yaramamışlar, tüm Batı Cephesi’nde cepheler kilitlenmişti. Bu durum Almanya açısından Batı Cephesi’ndeki savaşta kısa sürede bitmeyeceği anlamına geliyordu.
Avrupa cephelerindeki bu gelişmeler, İngiltere ve Fransa’yı müttefikleri Rusya’yı desteklemek zorunda bırakmıştı. Zaten Rusya, Almanya üzerinde yeterince güçlü bir baskı yapmaktaydı. Kısıtlı endüstriyel kapasitesi dolayısıyla İngiliz ve Fransız desteğine gerek duyuyordu. Fransa ve İngiltere’nin desteği sağlaması için olası dört yol vardır. Kuzey ulaşım hatlarından ikisi olanaksızdır. Kuzey Buz Denizi, yılın çok büyük bölümünde donmuş olduğundan deniz ulaşımına olanak vermemektedir. Baltık Denizi ise Alman Donanması’nın denetimindedir. Orta ulaşım yolu olan Avrupa karayolu ise aynı şekilde Alman denetimindedir. Olası dördüncü yol ise Osmanlı Devleti’nin denetiminde bulunan Çanakkale ve İstanbul boğazlarının oluşturduğu denizyoludur. Çok yakın geçmişte, Balkan Savaşı’nda, Trablusgarp Savaşı’nda ve Sarıkamış Harekatı’nda ağır yenilgiler almış olan Osmanlı Devleti’nin askeri gücü, İtilaf Devletleri’nce zaten yetersiz olarak değerlendirilmektedir. Avrupalılarca “hasta adam” olarak görülen yaşlı Osmanlı Devleti’nin boğazlardaki bir saldırıyı kaldıramayacağı düşünülmektedir. Eğer boğazlar askeri olarak kontrol altına alınabilirse, Rusya’nın desteklenmesi olanaklıdır. Gerçekten de Rusya, Kasım ayı başlarında müttefiklerinden Çanakkale Boğazı’na göstermelik de olsa bir saldırı yapılmasını istemiştir. Böylece Kafkasya da Osmanlı ordusunun baskısı hafifleyecektir.
Öte yandan Rusya direnmeyi sürdürecek olursa, Almanya’nın Batı Cephesi’nde yeni bir taarruza kalkışma olanağı da pek yoktur. Bu tespit, özellikle İngiliz yüksek komutanlığının, Batı Cephesi’ndeki kuvvetlerin bir bölümünün burada atıl tutulup tutulmadığının sorgulanmasına yol açmıştı. Ayrıca İngiliz donanması da yeterince etkili kullanılmamaktadır. Böylece Batı Cephesi’nden alınacak bir kısım kuvvetle donanmanın işbirliği ile daha etkili ve sonuç alıcı bir harekata girişilmesi yolları aranmaya başlandı. Sonuçta Boğazlara yönelik bir operasyon planı üzerinde tartışılmaya başlanmıştır. Rusya ile bağlantının bu şekilde boğazların kontrolünün sağlanarak sonuçlandırılması, Osmanlı devletinin başkenti olan İstanbul’un da işgalini kaçınılmaz olarak gerektirmektedir. İkisi, aynı anda gerçekleşecek sonuçlardır.
Çanakkale Savaşı – Deniz Harekatı
Winston Churchill
Dünyadaki bütün denizlere hakim olmaya çalışan İngilizler, boğazları ele geçirmek için donamanın yeterli olacağına inanıyorlardı. Bahriye Nazırı Churchill’in planları Akdeniz filosu komutanı Amiral Carden tarafından da desteklenince, Lord Fisher’in şüpheli gördüğü bu harekatın donanma ile yapılmasına karar verildi. Tarihinde hiçbir yenilgi almamış olan İngiliz donanmasının silah, teknoloji ve başarı açısından kendine güveni tamdı. Dünyanın yenilmez donanması, Fransa’nın da desteği ile dünyanın en büyük armadasını oluşturuyordu. Bu donanmaya karşı gelebilecek hiçbir güç düşünülemezdi. Hele ki yıpranmış, teknoloji açısından zayıf ve parçalanmak üzere olan Osmanlı, bu armada ile asla baş edemezdi.
İtilaf devletlerinin deniz harekatı 19 Şubat 1915’te başladı. 13 Mart 1915’e kadar düşman gemileri tabyaları top ateşine tuttu, mayın tarama gemileri olabildiğince yol açtı. Boğazları zorlayarak geçebileceklerine inanan düşman kuvvetlerinin, kararlı ve dirençli bir karşılık almaları bu işin o kadar da kolay olmadığını gösteriyordu. Bir ay boyunca yapılan binlerce mermi atışının ardından çok da büyük bir gelişme elde edilememişti.
18 Mart’a kadar geçen bu dönemde boğazın girişinde bulunan Rumeli yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyaları tahrip edilmişti. Boğaza giriş kapıları aralanmış ama hala ilerde olacaklar belirsizdi. Ve 18 Mart 1915 sabahı geldiğinde kimse günün sonunda neyle karşılaşılacağını bilmiyordu. 17 Mart 1915’te Amiral Carden’in yerine Amiral de Robeck’in atanmasıyla 18 Mart da gerçekleşecek plan uygulanmaya konuluyordu. Plana göre; 18 Mart sabahı 3 deniz tümeninden oluşan düşman filosu boğazda belirdi. Filonun en güçlü gemilerinden oluşan 1. tümen bizzat Amiral de Robeck tarafından kumanda ediliyordu.
Queen Elizabeth Zırhlısı
Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson muharebe gemilerinden oluşan 1. tümen saat 10:30’da boğazdan içeri girdi. Filonun önündeki muhripler savaş alanını tanıyorlardı. Planlanan noktaya ulaşıldığında Queen Elizabeth hedefi Rumeli Mecidiye Tabyası, Lord Nelson’un hedefi Namazgah Tabyası, İnflexible hedefi ise Rumeli Hamidiye Tabyası idi.
Bu arada düşman gemileri Kumkale’den gelen tedirgin edici ateş hattına da girmişlerdi. Obüslerden üstlerine ateş yağıyordu. Yine de mesafe uzak olduğundan Türk bataryaları savaş gemilerine karşılık veremiyordu. Saat 12:00 sularında Çimenlik, Rumeli Hamidiye ve Anadolu Hamidiye ateş almıştı. Plana göre büyük savaş gemilerinden oluşturulan 3. tümen, 1. tümenin arkasından harekete geçti ve hat önündeki yerini aldı. Yavaş yavaş yaklaşan gemiler bu cesurane ilerleyişlerinde Türk bataryalarından düşen mermi ateşi altında hatta vardılar. Şiddetli yapılan karşılıklı çatışmalarda aradaki bataryalar sustuysa da merkez bataryalar ateşe devam ediyorlardı. 900 yarda kadar içeri sokulduklarından şiddetli ateş bu gemilerin üzerine yağıyordu. 3. tümene ait olan iki İngiliz gemisi Triumph ve Prince George hattın kıç omuzluklarında yerlerini almış Rumeli Mesudiye ve Yıldız Tabyalarını hedeflemişlerdi. Rumeli merkez bataryaları çok yoğun bir ateş altındaydı. Mermilerin çoğu tabyalar içine düşmüş, telefon hatlarını bozmuş, yangınlar çıkarmıştı. Rumeli Mecidiye Tabyası topçuların şehit olması ile devre dışı kalmıştı.
Planın ikinci aşamasında Türk bataryaları üzerinde yeteri kadar üstünlük sağlanabilirse Albay Hayes Sadler komutasındaki 2. tümen devreye girecekti. Ocean, İrresistible, Albion, Vengeance, Swiftsun ve Majestic’ten oluşan 2. tümen 3. tümenin yerini alacak ve kurulan B hattından son olarak yakın muharebe yapılarak tabyalar içinden olmayıp mayın hatlarını savunan toplar tahrip edilerek bombardımandan hemen sonra mayın tarama işlemlerine başlanacaktı.
Fakat 3. tümenin yerini alacak 2. tümen gelmeden önce beklenmedik bir şey oldu. Saat 14:00’e doğru Suffren büyük bir hızla Boğazı terk etmekte ve Bouvet’de onu izlemekteydi. A hattını geçmek üzereyken Fransız gemisi Bouvet’de bir iki patlama oldu ve Anadolu Hamidiye Tabyasınca ateş altındayken 3 dakika içinde sulara gömüldü. İtilaf donanmasında büyük bir şaşkınlık yaşanıyordu. Queen Elizabeth ve Agamemnon dışındaki bütün gemiler ateşi kestiler. Muhripler ve istimbotlar personeli kurtarmaya gittiklerinde 20 kişi kurtarılabilmiş, 603 kişi sulara gömülmüştü. Bu arada 12:30 sularında Goulois isabet almış ve ağır yaralarla boğazı terk ediyordu. 15:30 sularında mayına çarpan Inflexible’ın durumu kötüydü ama yoğun çabayla Bozcaada ya ulaştı. 2. tümen İngiliz gemileri, 3. tümenin yerini aldığında bu manzara ile karşılaşmıştı. Saat 14:30’da ateşe başlayarak 10 yardaya kadar yaklaştılar. Namazgah Tabyasını bombardıman ediyorlardı. Saat 15:00’te Rumeli Hamidiye daha sonra da Namazgah aldığı isabetle savaş dışı kalmıştı.
Seyit Onbaşı’dan daha sonra aynı topu
bir daha kaldırması istenmiş fakat kaldıramamıştır.
Bu nedenle tahtadan yapılmış bir topla
fotoğraf çektirmiştir.
Anadolu Hamidiye Tabyası hasar görmemişti ve İrrisitible’a ateş ediyordu. Saat 15:14’de İrrisitible’de korkunç bir patlama duyuldu. Saat 16:15’te tabyalarda uzaklaşmak isterken bir mayına çarptı. Bu bölgede bir gece önce Nusret’in döktüğü mayınlar hiç hesapta yokken can alıyordu. Bölgenin mayınlı olduğunu anlayan Amiral de Robeck 2. tümenin geri çekilmesi için emir verdi. Bu sırada Seyit Ali Onbaşı tek başına taşıdığı 215 kg’lık topu kundağa yerleştiriyor ve Ocean’ı durmadan yaralıyordu. Bunun üzerine bir de 18:05’te geri çekilirken Ocean da mayına çarptı. Güçlü top ateşine rağmen Ocean’ın personeli muhripler tarafından kurtarıldı. 18 Mart’a yaşananlar şaşkınlık yaratmıştı. Lord Fisher gibi ordusuz bir donanmanın başarıya ulaşamayacağını söyleyenler haklı çıkıyor, De Robeck ve Churchiil gibi hala donanma ile boğazları zorlayıp İstanbul’a çıkabileceği düşüncesi yeni hareket planları doğuruyordu. Türk tarafı ise, 18 Mart’ta kazandığı zaferden dolayı kendisine olan güvenini tazelemiş, Çanakkale’nin Boğazlardan geçilemeyeceğini tüm dünyaya göstermişti. Bu zaferin ardından, Müttefiklerin kaçınılmaz kara harekatına karşı Türk tarafı da son sürat hazırlıklara başlamıştı. Çanakkale’de 5. Ordu oluşturulmuş başına da Mareşal Liman Von Sanders getirilmiştir. Kıyılar dikenli tellerle çevriliyor, birlikler önemli yerlere yerleştiriliyordu. Müttefik çıkarmasını bekleyen bir başka kişi ise 19. İhtiyat Tümeni’nin başında bulunan Yarbay Mustafa Kemal’di.
Çanakkale Savaşı – Kara Harekatı
Çanakkale Savaşları’nda Deniz Harekatı’nın başarısızlığı umutları Kara Harekatı’na çevirmişti. Daha 1 Mart’ta Yunanistan, Gelibolu Yarımadası’nı işgal etmek mümkün olduğu takdirde İstanbul üzerine yürümek üzere İngiltere’ye üç tümenlik bir kuvvet önermişti. İngiliz ve Fransızlara kalsa öneri kabul edilebilir. Ancak Rus Çarı, İngiliz Büyükelçisi’ne, hiçbir şart altında Yunan askerinin İstanbul’a girmesine izin vermeyeceğini bildirerek bu tasarıyı önledi. Londra’da ise, harekatı Donanma yalnız mı yapsın, yoksa Kara ordusu ile birlikte mi hareket etsin tartışması yapılmakta idi. Bir kara ordusuna ihtiyaç olduğunu savunanların arasında Lord Fisher geliyordu. Bununla beraber son karar, savaş bakanı Lord Kitchener’in di. O ise, ısrarla elinde birlik olmadığını söylüyordu, ama seçkin bir birlik olan ve İngiltere’de bulunan 29’ncu Tümen’e hiçbir görev verilmemişti. Nihayet Mart’ta Kitchener Çanakkalecilerin tarafına kayarak 29’ncu Tümenin Ege’ye sevk edileceğini, Çanakkale’de bulunan deniz piyadelerine Gelibolu Yarımadasının temizlenmesinde yardım edeceğini açıkladı. Bu haber Fransa cephesinde bulunan İngiliz generallerinin öylesine büyük tepkisine yol açtı ki, Mareşal sözünü geri alarak 18 Şubat’ta bu birliğin yerine o sırada Mısır’da bulunan Avustralya ve Yeni Zelanda tümenlerinin gideceğini bildirmek zorunda kaldı.
General Sir William Birdwood
Askeri durumu tetkik için Çanakkale’ye gönderilen General Sir William Birdwood, 5 Mart’ta Kitchener’a gönderdiği raporda, donanmanın tek başına Boğaz’dan geçemeyeceğine inandığını, kuvvetli bir ordunun karadan donanmayı desteklemesi gerektiğini bildiriyordu. Bu rapor Kitchener’in bütün tereddütlerini giderdi. 10 Mart da 29’ncu Tümenin Ege’ye gönderileceğini açıkladı. Ayrıca bir tümen de kendilerinin göndermeleri için Fransızları ikna edeceğini ilave ediyordu.
Böylece Mısır’daki Anzak Tümenleri ile birlikte 70 bin kişilik bir kolordu bu işe ayrılmış oluyordu. Birdwood’un raporuna rağmen, hala donanmanın tek başına Boğazı geçebileceğini düşünenleri vardı. Bu karışıklık içinde Kara kuvveti hazır olana kadar Donanmanın harekatını geri bırakılmasını, bu surette Kara ve Deniz Kuvvetlerinin müşterek harekata başlamasının en iyisi olacağını hiç kimse aklına getiremiyordu. O sıralarda Londra’ya hakim olan bu kargaşalık ve belirsizliği, ne yapacağı belli olmayan sefer kuvvetleri’nin Komutanlığına yapılan atamadan anlamak mümkündür. Bu komutan, Kitchener’in Güney Afrika savaşlarından eski bir arkadaşı General Sir Ian Hamilton’du.
Bu savaş kimi zaman çıkartmalarla kimi zaman kanlı boğuşmalarla ama genelde siper savaşları dediğimiz psikolojik bir harekata da dönüşecektir. Kara savaşları 25 Nisan sabahı başlayıp 9 Ocağa kadar devam edecektir. Her iki tarafın toplam yarım milyona yakın zayiat verdiği, dünya tarihinde bir eşi olmayan bir savaş yaşanmıştır. 18 Marttaki mağlubiyete bizzat şahit olan Hamilton, yenilginin nedenini ve bundan sonra nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini konusunda fikirleri değişmiş ve donanmasının bu işi tek başına becerecek durumda olmadığı kanaatine varmıştı. İtilaf devletleri karadan yapılacak harekat için hazırlıklara vakit kaybetmeden başlamışlardı. Deniz Tümeni’ni taşıyan 14 nakliye gemisi, 27 Martta Mısır’ın Port Sait Limanı’nda toplanmış, ertesi gün de 29. Tümen ile Fransız kuvvetlerini taşıyan 50 kadar gemiden oluşan armada, İskenderiye’ye varmıştı. Mısırda hazırlıklar devam ederken 75.000 kişiyi bulan birliklerin nakli ancak 22 Nisana kadar tamamlanmıştır.
25 Nisan 1925 Kara Taarruzu
Limni Adası’nda günlerini tatbikat yaparak geçiren müttefiklerin harekat günü 23 Nisan olara belirlenmiş olsa da hava muhalefeti nedeniyle çıkartmayı 48 saatlik bir gecikmeyle 25 Nisan da yapmaya karar vermişlerdir. Seddülbahir’den Bolayır’a kadar şiddetli bombardımanla beraber 25 Nisan sabahı saat 05:00’te düşmanın birçok yerde çıkarmaya başladığı haberleri gelmeye başladı. Liman Paşa, düşüncesinde ısrar ederek, gelen raporları kurmayları ile değerlendirmemiş, hatta bu durumu memnuniyet verici olarak değerlendirmiştir. Liman Paşa, fikrinde ısrarı günün bütününde de sürmüş, Alman yaveri Prigge ile Bolayır kıyılarında akşama kadar çıkarma gösterisini izlemekle yetinmiştir. Seddülbahir’den gelen raporlar üzerine durumun kritik bir hal alması üzerine 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa asıl çıkartma yerleri hakkında Liman paşayı ikna etmeye gitmişti. Liman Paşa, Bolayır’da akşama kadar beklemeyi tercih etmiştir. Halbuki, düşmanı Seddülbahir’de karşılayan 9. Tümen Komutanı Sami Bey, alınacak son önlemleri belirterek, takviye beklemiştir.
Anzak Koyu, 25 Nisan 1915
Diğer yandan Arıburnu sırtlarından da düşmanın ilerlemesi, 9. Tümen’in 27. Alay’ını harekete geçirmesi ile durdurulmuş olmakla beraber durumunun kritikliği devam etmektedir. Arıburnu çıkartmasında General Birdwoord yönetiminde ki Anzak Kolordusu’na bu görev verildi. Ancak kolordunun hedefi Kabatepenin Kuzeyinde karaya çıkmak, sol tarafını emniyete alarak Maydos’a doğru doğu istikametinde yürümekti.
Anzak Kolordusu’nun gerçekleştireceği bu çıkarma, Avustralya ve Yeni Zelanda tarihi gibi Türk tarihi açısından da büyük öneme sahiptir. Zira Boğaz’ın kilit noktası, Kilitbahir platosunun muhafazası için önemli bir konuma sahip olan Kocaçimen ve Conkbayırı tepelerine hakim olma mücadelesi sahnelenecekti. Anzakların “Gun Ridge” adını verdikleri Kavaktepe, Conkbayırı, Kocaçimentepe hattını hızla ele geçirmek suretiyle ilk örtme kuvvetinin hemen arkasından karaya çıkacak ana kuvvetin, nispeten daha az arızalı araziyi aşarak Maltepe ve Maydos’a hızla ilerlemesi için yol açılmış olacaktı. Böylece Seddülbahir’deki Türk birliklerinin geri irtibatı tamamen kesilecekti.
Seddülbahir Cephesi
Seddülbahir Cephesi’ndeki İngiliz ve Fransız birliklerinin ilk hedefi Kitre Köyü ve hemen kuzeyindeki Alçıtepe olmuştur. bu hedeflerin ele geçirilmesi için ilk müttefik taarruzu olan Birinci Kitre Muharebesi, 28 Nisan 1915 sabahı başlamıştır. Taarruzun sol kanadındaki 2 İngiliz tugayı, sağ kanadında ise 5 Fransız taburu taarruza katılmıştır. Türk savunması İngiliz taarruzları karşısında tutunurken Fransız kesiminde yarılma noktasına gelmiştir. Cephe komutanı Albay Halil Sami Bey, hatların geri çekilmesi emri vermişken, iki bölüklük bir kuvvet, donanma topçusunun ateşinde bir gedik bularak hatları takviye etmiştir. Bunun üzerine geri çekilme emri derhal geri alınmıştır. Öğleden sonra Yarbay Sabri Bey, iki taburluk bir kuvvetle karşı taarruza geçerek müttefikler taarruz çıkış hatlarına geri çekilmişlerdir. Türk kayıpları 2.380, müttefik kayıpları ise 3.000’dir.
İstanbul’dan gelen Heyet-i Edebiyye,
Seddülbahir cephesinde siperlerde.
Müttefik kuvvetlerin ikinci taarruzu, 6 Mayıs 1915 sabahı başlayan İkinci Kitre Muharebesi’dir. 8 Mayıs’a kadar süren çatışmalarda Müttefik kuvvetlerin “bağlantı noktası”, en soldan taarruz edecek olan bir İngiliz tugayıdır. Bu tugay, ilk günkü taarruzunda yoğun bir ateşle karşılaşmış ve ilerleyememiştir. Taarruz hattı, en sol kenardan başlayan bu engelle, en sağa kadar durmak zorunda kalmıştır. Sol uç, ilerleyemeyince diğer birlikler de planlanan ileri harekata girişememişlerdir. Türk ateşinin en yoğun olduğu rapor edilen tepe, donanma ve sahildeki top bataryaları tarafından hallaç pamuğu gibi atıldığı halde, Türk tarafının ateş gücünde bir değişiklik olmamıştır. Balonlarla yapılan hava keşfi de Türk mevzilerinin yerini saptayamamıştır. İkinci gün merkez kesimden, üçüncü gün tekrar sol kanattan yapılan taarruzlar da aynı ateşle karşılaşarak durmuştur. Üç günlük muharebelerin sonunda müttefik kuvvetler, en fazla 500 metre ilerleme sağlayabilmişlerdi. Müttefik kaybı 6.500, Türk kaybı ise 2.000’dir.
Müttefik kuvvetlerinin üçüncü taarruzu, 4 Haziran 1915 tarihli Üçüncü Kitre Muharebesi’dir. Donanma topçusunun üç yönden, kara topçusunun ise cepheden geliştirdiği hazırlık ateşi ardından başlayan savaşta, Türk cephesinin sol kanadından taarruz eden Fransız birlikleri yer yer Türk siperlerine girmişlerdir. Yarbay Selahattin Adil siperlerine girmişlerdir. Yarbay Selahattin Adil komutasındaki 12. Tümen’in karşı taarruzuyla bir siperlerden çekilmişlerdir. Sağ kanatta ise İngiliz birlikleri Türk siperlerine girmiştir. İkinci Topçu Bataryası komutanı Teğmen Arif Tanyeri’nin, 150 askeriyle ileri çıkıp cepheyi tutmasıyla Türk hatlarının kırılması önlenmiştir. Türk cephesi, Kitre Köyü’ne bir kilometre mesafede sabitlenmiştir. İzleyen 5 Haziran günü Türk 9. Tümen’in saldırısı başarılı olmamış, akşam saatlerinde Arıburnu Cephesi’nden kaydırılan Yarbay Hasan Askeri komutasındaki П. Tümen’in taarruzu ise birkaç yüz metre ilerlemiştir. 6 Haziran günü ise küçük çaplı çatışmalara geçmiştir. Üçüncü Kitre Muharebesi’nde müttefik kayıpları 7.500, Türk kayıpları ise 4.500 yaralı, 4.500 şehittir.
Her üç taarruzun başarısız olması üzerine cephe komutanları, İngiliz komutanı H. Weston ve Fransız komutan Gouraund, tüm cephe hattında değil de, daha sınırlı bir hattan taarruzu gerekli görmüşlerdir. Böylece gerek piyade, gerekse de topçu unsurları daha dar bir cephede kuvvet merkezi (sikler merkezi) oluşturulacaktı. Planın ilk operasyonu, cephenin en sağ (doğu) bölgesi olan Kerevizdere’de uygulamaya konulmuştur. 18 Haziran’da başlayan topçu ateşi üç gün boyunca sürdürülmüştür. 21 Haziran günü Fransız birliklerinin taarruzuyla başlayan Birinci Kerevizdere Muharebesi’nde Fransız birlikleri, hedefleri olan tepeyi ele geçirmeyi başarmıştır. Muharebelerde Fransız kayıpları 2.500, Türk kayıpları ise 6.000 kişidir.
Bir sonraki Zığındere Harekatı, bu kez cephenin sol kanadında taarruzu öngörmektedir. Zığındere ile sahil arasındaki Zığın sırtı boyunca iç tugayla ve Zığındere’nin karşı yamaçlarından iki tugayla taarruz etmektedir. Zığın sırtı Albay Refet Bey’in komutasındaki 11. Tümen’in savunma bölgesidir. Zığındere ile Kanlıdere arasındaki bölge ise Albay Halil Bey’in 7. Tümen’i tarafından savunulmaktadır. Her iki tümen de tek tugaylıdır. Deniz ve kara topçusunun 26 Haziran’da başlayan bombardımanı üç gün sürmüştür. 28 Haziran’da iki saatlik hazırlık ateşi ardından başlayan taarruz, sağ kesimde Türk siperlerinin tümünde başarılı olmuştur. bombardıman sonrasında Türk ön hat siperlerinde sağ kalanların tümü yaralı subay ve erattır. 800 metre mesafedeki Kitre Köyü’ne yapılan ileri hareket, topçu ateşiyle durdurulmuş, hemen ardından Türk karşı taarruzları başlamıştır. Siperler 30 Haziran 1915 günü sabahına kadar birçok kez el değiştirmiş, sonunda İngilizlerde kalmıştır. Zığın sırtının kuzeyinden 1 Temmuz 1915 günü ilk kez yenilenen Türk taarruzu, yoğun topçu ateşi altında etkisiz kalmıştır. 5 Temmuz 1915 tarihinde Albay Hasan Basri Bey’in 5. Tümen’in Zığın sırtına ve Albay Nicola’nın komutasındaki 3. Tümen’inin Zığındere’nin doğu yamaçlarına giriştikleri taarruz ise sonuç alamamıştır.
Her iki kanattan yapılan taarruzların ardından bu kez cephenin merkez bölümünde taarruza geçilmiştir. Üç saat süren ve 60.000 top mermisinin kullanıldığı hazırlık ateşi ardından 12 Temmuz 1915 sabahı başlayan İkinci Kerevizdere Muharebesi iki gün sürmüştür. Hazırlık ateşi ardından başlayan İngiliz taarruzu, hiçbir savunmasının sağ kalmadığı ilk hat siperlerini almış, ikinci hat siperlerinde ise ağır kayba uğrayarak geri çekilmiştir. İkinci girişilen İngiliz taarruzu, Türk topçusunun ateşiyle geri çekilmiştir. Savaş sonunda cephenin en sol yanındaki birkaç siper parçası işgal edilebilmiş, sağ kesimde ise Fransız birlikleri Türk siperlerinde tutunmayı başarmıştır. iki günlük muharebelerin sonucunda müttefik kayıpları 5.800, Türk kayıpları ise 9.700’dür.
Bu muharebeler sonunda Sedülbahir Cephesi’nde Türk kuvvetlerini atarak ilerlemenin olanaksız olduğu ortaya çıkmıştı. Müttefik kuvvetler komutanı General Hamilton, takviye kuvvetlerle Suvla Koyu’nda bir çıkartma yapmayı planlamıştır. Bu çıkartma harekatının, Anzak Kolordusu komutanı General W. Birdwood’un önerdiği Sarı Bayır Harekatı ile aynı tarihte uygulamasına karar verilmiştir. Ayrıca Türk savunmasının dikkatini yarımadanın güney ucuna çekmek için Seddülbahir Cephesi’nde yanıltıcı bir taarruz planlanmıştı. Kitre Bağları Muharebesi olarak bilinen bu taarruz, 6 Ağustos sabahı İngiliz birliklerinin taarruzlarıyla başlamıştır. İngilizler, ilk hat siperlerine girmiş, ancak karşı taarruzla geri atılmışlardır. Taarruzun ikinci günü girişilen İngiliz taarruzları, Kitre Köyü’nün güney batısındaki bir bağ alanının bir bölümünde tutunabilmiştir. Sınırlı hedeflere yönelik, üstelik de bir yanıltma operasyonu olan İngiliz taarruzunun bu denli kayba rağmen başarısız olması üzerine General Sir Ian Hamilton, Seddülbahir Cephesi’nde hiçbir askeri harekata girişilmemesi emrini vermiştir.
Arıburnu Cephesi
Arıburnu Cephesi
Arıburnu Cephesi’nde 25 Nisan 1915 sabahı çıkartma yapılan Anzak Kolordusu örttü kuvvetleri, sahildeki Türk gözetleme postalarını atarak bir köprübaşı oluşturmuşlardır. Sahile çıkan örtü kuvveti, üç koldan sırtlara ilerlemiştir. Sırtlardaki Türk direnişi, ileri harekatı yer yer engelliyor, genel olarak geciktiriyordu ama sahil tehdit edecek bir harekat gösteremiyordu. Buna karşın sırtlarda yer yer süren çatışmalarda Anzak kayıpları artmakta, sahile yağan takviye talepleri karşısında çıkan tüm birlikler derhal ateş hattına gönderilmektedir, sahilde ihtiyat tutulamamaktadır. Anzak mevzilerine taarruza girişmiştir. Bu taarruzla Anzak birlikleri sırtın batı yamaçlarına çekilmişlerdir.
Ordu ihtiyatındaki 19. Tümen komutanı Kurmay Yarbay Mustafa Kemal çıkartma başladığı sıralarda 57. Alay ve bir topçu bataryasıyla Conk Bayırı’na hareket etmişti. Karargahta, 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’ya kararını anlatmıştır. Esat Paşa, bu kararı onaylamış, Albay Halil Sami Bey’in 27. Alay’ını da yarbayın komutası altına vermiştir. Esasen 19. Tümen, ordu ihtiyatıdır, ancak Mareşal Sanders’le halen temas kurulamamış olması nedeniyle Esat Paşa, kendi inisiyatifini kullanarak tümeni komutası altına almış ve Mustafa Kemal’in görüşü yönünde görevlendirmiştir.
Bu arada Kılıçbayır yönüne sevk edilen Avustralya birlikleri, bölgeye ulaşır olaşmaz muharebeye sürülmektedir. Çünkü Türklerin sırtlardan aşağı akıp cephe hattını kırmaları an meselesi olarak görünmektedir. 19. Tümen’e bağlı dört alayın bölgeye intikali ardından Türk Arıburnu Kuvvetleri Yarbay Mustafa Kemal Bey emriyle saat 15:30 dolaylarında yeniden bu kez toplu olarak taarruza geçmişlerdir. General Hamilton anılarında şöyle anlatır. “Gebe dağlar Türk doğurmaya devam ediyor. Bizim mevzilerimizin en yüksek ve en merkezi yerine birbirini kovalayan dalgalar halinde yükleniyorlardı.” Bu taarruzun sonucunda Kılıçbayır’ın iki yanından gelişen Türk taarruzları karşısında Kılıçbayır ve hemen güneybatısındaki Cesaret tepe kesin olarak Türklerin eline geçmiştir. Düztepe’nin alınması, Türk birliklerine Kılıçbayır üstünden Anzak sahiline geniş bir taarruz hattı açmıştı ama, Türklerin zaten ellerindeki az bir kuvvetle yaptıkları bu taarruzu sürdürecek kuvvetleri yoktur. Anzak cephesindeki bu gedik, savaş boyunca kalmıştır.
Harekatın ilk günüde karaya çıkartılan asker sayısı 15.000’dir. yaklaşık 2.000’i ölü olmak üzere kayıplar 3.500’dür. gece yarısına doğru Anzak Kolordusu Komutanı Birdwood, emrindeki her iki tümen komutanın da tahliyeden yana olduklarını, kendisinin de bu görüşü paylaştığını General Hamilton’a bildirmiştir. Anzak ordusu gün boyu süren çatışmalardan dolayı bitkindir, morali düşüktür, birlikler halen dağınıktır. Gün boyu süren Türk taarruzları, Anzak cephesinin kuzey batı kesimindeki sırtta (Kılıçbayır) bir gedik oluşturmuştur. Bu gedik Anzak çıkartma bölgesi için bir tehdit oluşturmaktaydı. Gece boyu takviye alan Trük kuvvetlerinin etkin biir topçu desteğiyle sabah girişecekleri bir karşı taarruza kesin gözüyle bakılmaktadır. Ordunun bu haliyle bu saldırıyı göğüsleyemeyeceğinden, sahilde imha edileceğinden korkulmaktadır. Amiral Thursby ise tahliyenin çok fazla kayba neden olacağını, pozisyonu korumanın daha iyi olacağı görüşündedir. General Hamilton, sahilde kalınarak birliklerin direnmeye devam etmesine karar vermiştir.
Takviye olarak bölgeye gönderilen İngiliz 9. Kolordusu’nun Suvla Koyu’na çıkartma yaptığı 5-6 Ağustos gecesi, bir Anzak tümeni gece yürüyüşüne geçmiştir. Hedefleri, Kocaçimen Tepesi-Besim Tepe-Conk Bayırı hattıdır. Sarı Bayır Harekatı olarak bilinen harekatta Anzak birlikleri sırtlara kadar yaklaşabilmiş ama sırtları alamamıştır. Muharebelerin yoğunluğu Conk Bayırı bölgesinde olmuş, Conk Bayırı Muharebesi 9 Ağustos 1915 tarihine kadar sürmüştür. Kurmay Albay Mustafa Kemal’in 10 Ağustos sabahı başlattığı taarruz ile Anzak kuvvetleri sırtlardan çekilmek zorunda kalmışlardır. Suvla Koyu’nda İngiliz Kolordusu’nun ikinci genel taarruzuyla aynı gün 21 Ağustos’da Anzak birliklerinin sonuçsuz Bomba Tepe taarruzu, Çanakkale Savaşı’nın son muharebesi olmuştur.
Anafartalar Cephesi
Anafartalar Cephesi
Her iki cephedeki kanlı çatışmalar ardından 1915 yılının Temmuz ayı sonlarında cepheler kilitlenmiş, çatışmalar mevzii harbine dönüşmüştü. Gelibolu Yarımadasında bir sonuç elde edebilmek için İngiliz General Sir Ian Hamilton, daha kuzeyde üçüncü bir cephe açmak gereği duymuştur. Burada amaç, sert direnme gösteren her iki cephedeki Türk kuvvetlerinin geri hattına çıkarak kuşatmaktır. Hamilton, üçüncü cepheyi küçük ve büyük Kemikli burunları arasındaki Suvla kumsalına, takviye olarak gelen İngiliz 9. Kolordusu’nu çıkartarak yapmıştır. 6 Ağustos 1915 tarihinde Suvla Koyu’na yapılan çıkartmayla Çanakkale Savaşı bu bölgeye kaymış, Arıburnu’ndaki Anzak kolordusu ile Suvla çıkartma kuvvetleri, dolayısıyla bu iki cephe birleşmiştir. Gelibolu Yarımadası’nın Müttefik kuvvetlerce tahliyesine kadar asıl çatışmalar bu bölgede olmuş, Seddülbahir Cephesi, kayda değer bir çatışmaya sahne olmamıştır. 5-6 Ağustos gecesi başlayan çıkartma gün boyu sürmüştür. Suvla Ovası’na hakim ilk kademe sırtlardaki üç Türk taburu, çıkartma birliklerinin ileri harekatını durdurmayı başarmıştır.
İngiliz 9. Kolordusu’nun genel bir taarruz için düzen alması, 8 Ağustos tarihin bulmuştur. Ertesi gün, 9 Ağustos 1915 günü şafakta iki İngiliz tümeni taarruz için ilerlemeye başladığı sırada Kurmay Albay Mustafa Kemal Bey’in de taarruzu başlamıştır. Türk taarruzu, önlerindeki İngiliz kollarını atarak ilerlemiş, öğleden hemen sonra İngiliz 9. Kolordusu komutanı General Stopford, ihtiyatta tuttuğu tümeni ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı başarabilmiştir. Birinci Anafartalar Savaşı’nın hemen ertesi gün, 10 Ağustos 1915 sabahı Mustafa Kemal, Kocaçimen Tepesi-Conk Bayırı hattında yeni bir taarruz yapmıştır. Albay Ali Rıza Bey komutasındaki 8. Tümen ve 9. Tümen komutanı Albay Cemil Bey komutasındaki 9. Tümen’in taarruzuyla müttefik cephesi 500-1.000 metre geri atılmıştır.
Bu bölgedeki Türk taarruzunun başladığı saatlerde daha kuzeyde, İngiliz 53. Tümen’i Yusufçuk Tepe ve daha kuzeydeki Küçük Anafartalar Tepesi Yönünde taarruza geçmişti. Yoğun topçu ateşleri sürmüş olup iki Türk taburunun savunması, mevzileri korumayı başarmıştır. Son muharebeler sonunda Arıburnu Cephesi’nde Anzak kuvvetleri eski hatlarına çekilmiş, Anafartalar Cephesi’nde ise Suvla Ovası’nın sahil bandından kalmışlardı. Özellikle bu bölgede, hakim sırtlardaki Türk mevzilerinin ateşi altında kalmakta idiler. Müttefik kuvvetler üst komutanı General Sir Ian Hamilton, bu sırtların en azından kuzey kesimini oluşturan Tekketepe yükseltilerinin bir an önce ele geçirilmesinin gerekliliğini bilmektedir. Bu amaçlar sahile yeni çıkartılmış olan 54. Tümen ile bu sırtlara taarruz kararı vermiştir. Bu tümenin bir taburunca 12 Muharebesi olarak bilinen taarruz, Türk savunması önündeki ağır kayba uğrayarak geri çekilmiştir.
Bu taarruzun başarısızlığı üzerine General Hamilton, taarruzu daha kuzeye kaydırarak 12. Tümen’i sağ yandan çevirmeyi amaçlayan bir taarruz planlamıştır. Bu taarruz Kireçtepe ve Kireçtepe sırtlarının işgal edilmesini amaçlamaktadır. Böylece 12. Tümen kanat kırarak Tekketepe’den çekilmek zorunda kalacak, savaşarak alınamayan bu yükselti, İngiliz kuvvetlerinin eline düşecektir. Kireçtepe sırtları, Suvla Koyu’na çıkartma yapıldığı 6 Ağustos 1915 tarihinden itibaren Yüzbaşı Kadri Bey Komutasındaki Gelibolu Jandarma Taburu tarafından tutulmaktadır. Üç tugaydan oluşan İngiliz birlikleri 15 Ağustos 1915 günü taarruza geçmiştir. Ağır kayıplara yüzbaşı Kadri Bey’in ağır şekilde yaralanması da eklenince tabur geri çekilmiş, Kanlıtepe-Havantepe hattında yeniden mevzi almıştır. Akşam saatleri bölgeye ulaşan bir taburluk takviye ile karşı Türk kuvvetleri karşı taarruza geçmiştir. Çatışmalar gece boyu sürmüş, 16 Ağustos sabahı bölgeye gelen Mustafa Kemal, taarruzu kendisi yönetmiştir. Kısa süre sonra İngiliz birlikleri eski hatlarına geri çekilmişlerdir.
Aynı gün başarısız bulunan İngiliz 9. kolordusu komutanı General Stopford ve iki tabur komutanı, General Hamilton tarafından görevden alınmıştır. Hemen ardından Seddülbahir Cephesi’ndeki İngiliz 29. Tümeni Anafartalar Cephesi’ne aktarıldı. Mısır’da bulunan 5.000 kişilik bir tümen de aynı cepheye getirildi. Bu şekilde içerden ve dışardan takviye edilen Anafartala Cephesi’ndeki kuvvetlerle genel bir taarruz planlandı. Müttefik taarruzu, Ananfartalar grup Komutanı Kurmay Albay Mustafa Kemal’in sorumluluk bölgesinde 12. ve 7. Tümenlerin mevzilerine yönelmiştir.
İkinci Anafartalar Savaşı
Bu kuvvetler 21 Ağustos 1915 sabahı İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepelerine genel bir taarruza geçtiler. Aynı anda Anzak Kolordusu’na bağlı bir tugay da Bomba Tepe’ye taarruz etmiştir. İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepeleri’ne yönelik taarruz aynı gün, kesin bir başarısızlıkla son bulmuştur. Bomba Tepe’deki çatışmalar ise 29 Ağustos tarihine kadar sürmüş tepe, Türk savunmasının elinde kalmıştır. Bomba Tepe taarruzu, Çanakkale Savaşı’nın, tahliyeye kadar ufak çaplı çatışmalar yaşanmış olsa da, son muharebedir.
Müttefik Birliklerinin Tahliye Kararı
Müttefiklerin Gelibolu Seferi’ne eklenen yeni takviyelerle üçüncü bir cephe açılmasına karşın kara harekatı Müttefikler açısından bir sonuç getirmemiş, Osmanlı kuvvetlerinin direnci karşısında cepheler yeniden kilitlenmiştir. Bulgaristan’ın 14 Ekim 1915 tarihinde İttifak Devletlerine üzerinden bir demiryolu hattı 29 Ekim tarihinde işlemeye başlamıştır. Bu tarihten üç gün sonra General Ian Hamilton görevden alınarak yerine General Charles Monro atanmıştır. Monro cephede yaptığı incelemelerin ardından 3 Kasım 1915’de İngiliz Yüksek Savunma Konseyi’ne cephe hakkındaki görüşünü, “Gelibolu tahliye edilmelidir” şeklinde bildirmiştir. Bu kolay alınacak bir karar değildir. 6 Kasım 1915 günü İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener’in kararı Seddülbahir Cephesi dışındaki diğer iki cephedeki askerlerin tahliye edilmesi yönündedir. Ertesi gün 16 Kasım’da Müttefiklerin Selanik Cephesi de General Monro’ya bağlanmıştır. General Birdwood, General Monro’ya bağlı olmak üzere Çanakkale Müttefik Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı.
Kesin karar 7 Aralık 1915 tarihinde verilmiştir. Arıburnu ve Anafartalar Cepheleri’ndeki Müttefik kuvvetler tahliye edilerek Selanik Cephesi’ne kaydırılmış, Seddülbahir Cephesi’ndeki kuvvetler ise yerlerinde kalmışlardır. Bu cephedeki kuvvetlerin tahliyesine 27 Aralık 1915 tarihinde karar verilmiştir. Tahliye işlemleri 9 Ocak 1916 sabahı tamamlanmıştır. Böylece Gelibolu Muharebeleri Osmanlı kuvvetlerinin zaferiyle sonuçlanmıştır
Çanakkale Savaşı’ndaki Asker Kayıpları
1.Müttefik toplamı 44.072-97.037-141.109
2.Birleşik Krallık 21.255-52.230-73.485
3.Fransa Krallığı 10.000-17.000-27.000
4.Avustralya (1) 7.594-20.000-27.594
5.Yeni Zelanda (2) 2.701-4.546-7.247
6.Hindistan 1.358-3.421-4.779
Çanakkale Savaşı’nın sonuçları
Mustafa Kemal Çanakkale Savaşına
İngiltere ve Fransa ile Osmanlı ve Alman orduları arasında geçen ve iki taraftan toplam 500.000’den fazla insanın “kaybına” (ölüm, firar, esir, sakatlanma ve hastalıklar) neden olan savaşın ardından İtilaf Devletleri Çanakkale Boğazı’nı geçmemiş, İstanbul’u işgal edememiştir. Pek çok tarihçi, Rusya’da zorda kalan çarlık rejimi devrilmesinde ve 1. Dünya Savaşı 2 yıl uzamasından bu olayın önemli payı olduğu görüşündedir. Çanakkale Savaşı, müttefikleriyle Rusya’nın irtibatını önlemiş, bu arada Lenin ve yandaşları Bolşeviklerin Ekim devrimi ile Rusya savaş dışı kalmıştır. Bu durum ihtilal Rusyası ile müttefiklerin birbirinden ayırmıştır. Sovyet Rusya Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara hükümetine belirli ölçüde lojistik destek sağlamıştır.
Bu savaşlar, İngiliz ve Fransız kuvvetlerini Gelibolu Yarımadası’na bağlamış, Almanya ve müttefiklerinin yükleri hafiflemiştir. Savaşta, çok sayıda eğitilmiş insan kaybedilmesi nedeniyle Cumhuriyet Dönemi’nde eğitilmiş insan sıkıntısı çekilmiştir. Karşılıklı olarak çok büyük insan ve malzeme zayiatı verilmiştir. Mustafa Kemal bu savaşta Conkbayırı Anafartalar ve Arıburnu’nda görev yapmıştır. Çıkartmanın ilk günü Conkbayırı’ndaki müdahalesi ve savaşın son aşamalarında üstlendiği görevler, Mustafa Kemal’in askeri yeteneklerini ortaya çıkarmış, “Anafartalar Kahramanı” olarak tanınmasını sağlamıştır. Bu durum daha sonraları Mustafa Kemal’in milli liderliğini ortaya çıkarmıştır.
Stephen Hawking hayatını kaybetti
/0 Yorumlar/in Haberler /tarafından sivaslioglu-perpaStephen Hawking hayatını kaybetti
Ünlü İngiliz fizik profesörü Stephen Hawking kimdir? Fizikçi, teorisyen, evrenbilimci ve astrofizikçi Hawking 76 yaşında hayatını kaybetti. ALS hastası olan Hawking Einstein’dan sonra en çok tanınan ve sözüne itibar edilen bilim adamlarının başında geliyordu. İşte bilinmeyen 10 özelliği ile Hawking’İn kısa yaşam öyküsü…
Ünlü İngiliz Profesör Hawking kimdir? İşte Stephen Hawking’in hayatı…
Stephen Hawking kimdir? sorusu günün en çok sorulan sorusu olmaya aday? Sebebi ise ünlü fizikçinin hayatını kaybetmesi. Ünlü İngiliz Profesör Hawking nerede doğdu? ALS teşhisi hangi yıl kondu? İşte ünlü İngiliz profesör hakkında merak edilen ve bilinmeyen 10 özellik…
Bilimsel araştırmaları 40’ın üzerinde dünya diline çevrilen Stephen Hawking, bilim çevrelerinde Albert Einstein’dan sonraki en büyük dahi olarak görülmektedir.
STEPHEN HAWKİNG KİMDİR?
İngiliz fizikçi, evrenbilimci, astronom, teorisyen ve yazar Prof. Dr. Stephen Hawking, 8 Ocak 1942 yılında doğdu. 8 yaşındayken Londra’dan 20 mil uzaktaki St Albans’a gitti. 11 yaşında St Albans okuluna kayıt oldu. Buradan mezun olduktan sonra babasının eski okulu Oxford Üniversitesi kolejine devam etti. Babasının tıpla ilgilenmesini istemesine karşın, o matematiği seviyordu. Fakat okulun matematik bölümü mevcut değildi. Bu yüzden onun yerine fizik öğrenimi görmeye başladı. Üç yıl sonra doğa bilimlerinde birinci sınıf onur madalyasıyla ödüllendirildi. Hawking daha sonra kozmoloji (evrenbilim) üzerine çalışmak üzere Cambridge’e gitti. O zamanlar Oxford’da evren bilimi üzerine çalışma yoktu. Cambridge’de danışman olarak Fred Hoyle’u istemesine karşın Dennis Sciama atanmıştı. Doktorasını aldıktan sonra ilk önce araştırma asistanı, daha sonra Gonville and Caius College’de profesör asistanı oldu.
STEPHEN HAWKİNG
1973’de Gökbilim Enstitüsünden ayrıldıktan sonra Stephen Hawking, Uygulamalı matematik ve Kuramsal fizik bölümüne geçti. 1979’dan sonra matematik bölümünde Lucasian matematik profesörü oldu. Bu profesörlük 1663 yılında üniversite parlamento üyesi olan Henry Lucas tarafından kurulmuştu. İlk olarak Isaac Barrow sonra 1669’da Isaac Newton’a verilmişti. Hawking, evrenin temel prensipleri üzerine çalıştı. Roger Penrose ile birlikte Einstein’ın Uzay ve Zamanı kapsayan Genel Görelilik Kuramının, Big Bang’le başlayıp karadeliklerle sonlandığını gösterdi.
Bu sonuç Kuantum mekaniği ile Genel Görelilik Kuramı’nın birleştirilmesi gerektiğini ortaya koyuyordu. Bu yirminci yüzyılın ikinci yarısının en büyük buluşlarından biriydi. Bu birleşmenin bir sonucu da karadeliklerin aslında tamamen kara olmadığını, fakat radyasyon yayıp buharlaştıklarını ve görünmez olduklarını ortaya koyuyordu. Diğer bir sonuç da evrenin bir sonu ve sınırı olduğuydu. Bu da evrenin başlangıcının tamamen bilimsel kurallar çercevesinde meydana geldiği anlamına geliyordu.
ALS’DEN SONRA
Stephen Hawking 1960’ların başında 21 yaşındayken tedavisi olmayan Amyotrofik lateral skleroz (ALS) hastalığına yakalandı. Motor nöronların zamanla yüzde seksenini öldürerek sinir sistemini felç eden; ancak beynin zihinsel faaliyetlerine dokunmayan bu hastalık, Hawking’i tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkûm etti. Ünlü bilim insanı, 1985 yılından bu yana sesini de yitirmiş olduğu için, koltuğuna yerleştirilmiş, yazıları sese dönüştürebilen bilgisayarı sayesinde insanlarla iletişim kurabiliyordu.
Ünlü fizikçi en son 25 Kasım tarihinde Vatikan’da “Evrenin Kaynağı” başlıklı bir konferans vermiş ve Papa Francis ile görüşmüştü. 1942 yılında İngiltere’nin Oxford kentinde doğan Steven Hawking, kuantum fiziği ve kara delikler üzerine yaptığı çok kapsamlı çalışmalarla tanınıyordu.
İŞTE STEPHEN HAWKING’İN SİZİ HAYRETE DÜŞÜRECEK 10 ÖZELLİĞİ
1. Öğrencilik hayatı pek iyi başlamadı
Okul döneminde Hawking’in çok da başarılı biri değildi. 9 yaşındayken notları, sınıfın en kötü notları arasındaydı. Çabalayarak notlarını orta seviyeye çıkardı ancak, daha fazlası hiç olmadı.
2. O günlerde bile Einstein diyorlardı
Kötü notlarına rağmen takma adının “Einstein” olduğuna bakılırsa, çevresi onun geleceğin dahisi olduğunu anlamış gibi görünüyordu.İlerleyen yaşlarında, Oxford Üniveristesi burs sınavlarında yüksek puan alarak üniversitede okumaya başladı.
3. Biyolojiyi belirsiz buluyordu
Stephen Hawking küçük yaşlardan beri matematiği ve fiziği severdi. Hawking biyoloji ile ilgilenmezdi. Biyolojiyi “çok belirsiz, çok ezberli” bulduğunu söylemiştir.
4. Kürek takımındaydı
Fiziksel engellere yol açan hastalığının tanısı konmadan önce bile Hawking, çok iri biri değildi. Kürek takımında dümenci konumundaydı. Böyle iri olmayan kişiler, kürek takımında kürek çekmeyip yön ve hız verme amaçlı dümen pozisyonunda görev alıyordu.
5. ALS tanısı
Hawking 21’inde, yavaş yavaş sendeleme ve genel sakarlık belirtileri göstermeye başladı. Rahatsızlığı olduğunu anlamak için test yaptırmak üzere hastaneye gitti. Orada amyotrofik lateral skleroz (ALS) tanısı kondu. ALS, hastaların istemli kas kontrolünü kaybetmelerine neden olan nörolojik bir hastalıktır. Doktorlar ona büyük olasılıkla birkaç yıl ömrü kaldığını söylediler.
6. Kuramları ve kuantum mekaniği üzerine çalışmaları
Hawking’in en önemli başarılarında biri, 1983’te evrenin sınırlarının olmadığı kuramını ortaya atmasıdır. Hawking ve Hartle evrenin şekli ve doğasını anlamak amacıyla, kuantum mekaniği ve genel görelilik kavramlarını birleştirerek evrenin kapsanan bir varoluş olduğunu, ancak yine de sınırları olmadığını gösterdiler.
7. Uzaylıların varlığına inanırdı
2008 yılında NASA’nın 50. Yıldünümü kutlamasında Hawking konuşmacı olarak bu konudaki fikirlerini dile getirmiştir.
8. Geleceğimiz Uzayda
Hawking, küresel ısınma ve nükleer savaş yüzünden insan ırkının geleceğinin, eğer uzun bir gelecek olacaksa, uzayda olacağını belirtmiştir.
9. Yanıldığını söyleyecek kadar komplekssiz
2004 yılında Hawking kara deliklerle ilgili 1997’de girdiği bir iddiayı bilim insanı arkadaşlarının kazandığını ve kendisinin yanıldığını itiraf etti. Hawking, yanıldığını itiraf edebilecek kadar centilmen bir insandı, nitekim 2004 yılında yanıldığını itiraf etti.
10. Kitapları…
Hawking’in özgeçmişinde en beklenmedik özelliklerinde biri şüphesiz çocuk kitabı yazarı olmasıdır. 2007’de kızı Lucy ile birlikte “”Georgo’nun Evrene Açılan Gizli Anahtarı” kitabını yazdılar.Serinin ikinci kitabı 2009 yılında “Georgo’nun Kozmik Hazine Avı” adıyla yayınlandı.
Personelin Kadınlar Günü Kutlaması 2018
/0 Yorumlar/in Haberler, Perpa Faaliyetler /tarafından sivaslioglu-perpaPersonelin Kadınlar Günü Kutlaması 2018
Başkan Hasan Sezgin personelin kadınlar gününü kutladı
Başkan Hasan Sezgin A Blok yönetim ve Perpa Üst Kurul kadın çalışanlarının 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü Kutladı.
8 Mart Perpşembe günü kadın çalışanlar ve tek bayan yöneticimiz Gülüşah Uçar ile birlikte Koçi Restaurant’ta öğle yemeği yenildi.

Vergi Dairelerinin Perpa Ziyareti Mecidiyeköy Şişli
/0 Yorumlar/in Haberler, Hasan Sezgin, Perpa Faaliyetler /tarafından sivaslioglu-perpaVergi Dairelerinin Perpa Ziyareti
Vergi Dairelerinin Perpa Ziyareti
Vergi Daireleri Perpa’yı Ziyaret Etti
Mecidiyeköy ve Şişli Vergi Dairesi Müdürleri ile Muhasebe Meslek Grupları Yöneticiliğimizi ziyaret ettiler.
Mecidiyeköy Uygulama ve Denetim Müdürü Ayşe ÇITANAK, Şişli Vergi Dairesi Müdürü Kadir ARSLAN, Mecidiyeköy Vergi Dairesi Müdürü İsa YILDIZ, Perpa B Blok Yön.Kur. Üyesi Hacı DEMİR, YMM Mustafa SEZEN, SMMM Bayram ERAT, İSMMMO Şişli Temsilci Yrd. Derya DOĞAN, İSMMMO Şişli Temsilci Yrd. Tomris COŞKUN, İSMMMO Şişli Temsilci Yrd. Yılmaz BEBEK, Perpa Muhasebe Meslek Grup Sözcüsü Suna KARAHAN, Perpa Muhasebe Meslek Grup Sözcüsü Canan Can Erbaş , A Blok Yöneticiliğimizi ziyaret ettiller.
Kendilerini A Blok Başkanı Hasan SEZGİN ile Yönetim ve Denetim Kurulu üyelerimiz, Erol ERGEL, Dursun TEKİN, Fatih OĞUZ , Nazım ERDEMİR ve Genel Müdürümüz Serkan DÜZENLİ karşıladı.
Şişli Vergi Dairesi
PERPA HABERLERİ
PERPA FAALİYETLER
PERPA ANA SAYFA
PERPA İLETİŞİM
Gimder Perpa Ziyareti
/0 Yorumlar/in Haberler /tarafından sivaslioglu-perpaGimder Perpa Ziyareti
Gimder Genel Başkanı, Genel Başkan Yardımcısı ve Genel Sekreteri A Blok Yöneticiliğimizi ziyaret etti.
Gimder Genel Başkanı ve Beykoz Vergi Dairesi Müdürü Ali MENDİLLİ, Gimder Genel Başkan Yardımcısı ve İhbar Şikayetler Denetim Koordinasyon Müdürü Emre VURUCUEL, Gimder Genel Sekreteri ve Beşiktaş Vergi Dairesi Müdür Yard. İsmail OTACI, B Blok Yönetim Kurulu Üyesi Hacı DEMİR, YMM Mustafa SEZEN A Blok Yöneticiliğimizi ziyaret ettiler.
İto İstanbul Ticaret odası seçimleri 9 Nisan’da
/0 Yorumlar/in Duyurular /tarafından sivaslioglu-perpaİto İstanbul Ticaret odası seçimleri 9 Nisan’da
Perpa Ticaret Merkezi’nin İTO Meslek Komiteleri ve diğer organlarda daha iyi temsil edilebilebilmesi için faaliyet alanınızdaki meslek komitesinin meclisinde daha iyi temsil edilebilmek için yönetim olarak her türlü desteği vermeye hazırız.
İto seçimlerine katılmak isteyenler yöneticiliğimize başvuru yaptığında temsiliyet için her türlü kolaylık gösterilecektir. Seçime katılamayacak olan esnafımız varsa, kendi meslek komitesindeki Perpalı esnafa vekalet vermelidir.
İTO Meslek Komiteleri
Komite No Komite Adı
1 PERAKENDE TİCARET
2 TOPTAN VE DIŞ TİCARET
3 BİJUTERİ, OYUNCAK VE HEDİYELİK EŞYA
4 KUYUMCULUK
5 BİLGİ TEKNOLOJİLERİ
6 KAĞIT VE KIRTASİYE
7 KOZMETİK
8 İLAÇ VE TIBBİ CİHAZ
9 TOPTAN GIDA VE TEMİZLİK ÜRÜNLERİ
10 CAM VE CAM ÜRÜNLERİ
11 PEYZAJ VE ÇİÇEKÇİLİK
12 EKMEK, UN VE UNLU MAMÜLLER
13 MEYVE VE SEBZE
14 HAYVANSAL GIDA ÜRÜNLERİ
15 EĞİTİM
16 OTELLER
17 RESTORAN VE YİYECEK İÇECEK HİZMETLERİ
18 FİNANS KURULUŞLARI
19 MALİ MÜŞAVİRLİK
20 SİGORTACILIK
21 EMLAK MÜŞAVİRLERİ
22 ŞEHİRİÇİ YOLCU TAŞIMACILIĞI
23 YOLCU TAŞIMACILIĞI VE SEYAHAT ACENTELERİ
24 TAŞIMACILIK VE LOJİSTİK HİZMETLERİ
25 GÜMRÜK MÜŞAVİRLİĞİ
26 TRAFİK MÜŞAVİRLİĞİ
27 AKARYAKIT
28 İŞLETME DESTEK HİZMETLERİ
29 MİMARLIK VE MÜHENDİSLİK
30 BİLGİ, İLETİŞİM VE MEDYA
31 KÜLTÜR VE SPOR
32 BASIM-YAYIN
33 SAĞLIK HİZMETLERİ
34 DERİ, KÜRK VE SARACİYE
35 İPLİK VE ELYAF ÜRÜNLERİ
36 ÖRME KUMAŞ, ÇORAP VE TRİKOTAJ
37 KUMAŞ
38 HAZIR GİYİM VE KONFEKSİYON
39 İÇ GİYİM VE AKSESUARLARI
40 EV TEKSTİLİ
41 HALI-KİLİM VE YER KAPLAMALARI
42 TEKSTİL YAN SANAYİ ÜRÜNLERİ
43 TEKSTİL TERBİYE
44 ALTYAPI İNŞAATI
45 KONUT İNŞAATI
46 İNŞAAT TAAHHÜT
47 RESTORASYON VE İZOLASYON
48 İNŞAAT MALZEMELERİ
49 TOPRAK ÜRÜNLERİ
50 MEKANİK TESİSAT VE DOĞALGAZ TESİSATI
51 AYAKKABI VE AYAKKABI YAN SANAYİ
52 KARA TAŞITLARI, YEDEK PARÇALARI VE EKİPMANLARI
53 MOTORLU TAŞIT SATIŞ VE SERVİSİ
54 MOTORLU ARAÇLAR TAMİR, BAKIM VE İMALATI
55 DEMİR ÇELİK
56 DEMİR DIŞI METALLER
57 DÖKÜM VE METAL İŞLEME
58 METAL ÜRÜNLER VE MUTFAK EKİPMANLARI
59 MAKİNA VE EKİPMANLARI
60 TAKIM TEZGAHLARI VE OTOMASYON
61 TEKNİK HIRDAVAT
62 MERMERCİLİK VE MADENCİLİK
63 ENERJİ
64 ELEKTRİK EKİPMANLARI
65 AYDINLATMA
66 ELEKTRİKLİ EV ALETLERİ
67 TELEKOMÜNİKASYON
68 PLASTİK VE KAUÇUK
69 KİMYEVİ MADDE
70 ORMAN ÜRÜNLERİ
71 MOBİLYA
72 BAKLAVA, PASTA VE ŞEKERLİ MAMÜLLER
73 GÖZLÜKÇÜLÜK VE SAATÇİLİK
74 ET VE ET ÜRÜNLERİ
75 KARGO, POSTA VE DEPOLAMA
76 LPG, SIVILAŞTIRILMIŞ VE SIKIŞTIRILMIŞ GAZLAR
77 DOKUMA
78 HUBUBAT, BAKLİYAT, KURUYEMİŞ VE KURU MEYVE
79 FOTOĞRAFÇILIK
80 ZÜCCACİYE
81 DOĞAL VE İŞLENMİŞ KATI YAKIT
İstanbul Ticaret Odası, Türkiye’nin ve üyelerinin; uluslararası ticaretten daha fazla pay alan, küresel boyutlardaki siyasi ve ekonomik oluşumları kendi yararı doğrultusunda yönlendirebilen bölgesel bir güç olmasına katkıda bulunma vizyonuyla hareket eder.
İTO, özel sektörün yapısal ve güncel sorunlarının çözülmesi, Türkiye’nin uluslararası rekabet gücünün geliştirilmesi, ülke ekonomisine güvenli ve istikrarlı bir gelişim ortamı sağlanmasının hayati önem taşıdığını bilir. Ve tüm çalışmalarını; ekonomik ve ticari hayatın her yönüyle geliştirilmesini desteklemek misyonuyla yürütür.
Türkiye’nin geleceğine adanmış bir kurum olarak İTO, bu misyondan aldığı güçle; ticaret, küçük sanayi ve hizmet sektörlerinin hızla gelişme ve yaygınlaşmasını teşvik eder. Yurtdışında yeni pazarlar oluşturmak için çalışır. İş dünyasının gelişmesinin önündeki engelleri tespit eder ve kaldırılması için faaliyette bulunur.
Tüm üyelerinin ve diğer iş sahiplerinin işlemlerini süratle sonuçlandırır. Kamuoyunu aydınlatır. Kuruluş Yasası’nda da öngörüldüğü şekilde, meslek ahlak ve dayanışmasını korur. Ülke kalkınmasının sağlanmasında ve değişim yaratılmasında, kamu veya özel her türlü mesleki, bilimsel, toplumsal ve kültürel kuruluşla işbirliği yapar.
İTO’nun, 1882 yılından bu yana, üyeleri ile bütünleşerek, eksilmez bir heyecan ve şevkle sürdürdüğü hizmet yolculuğu, bu özellikleri ile aynı zamanda, tüm Türkiye’nin gelişmeyi ve aydınlığı hedefleyen ekonomik ve ticari yaşamının da bir fotoğrafıdır.
İTO, Türkiye’nin ekonomik panoramasında daima en merkezde bulunmuştur. Bunun için de üç ayaklı ama her şartta “üye odaklı” bir hizmet anlayışı benimsenmiştir. Bunlardan ilki, kanunla kendisine verilen, tescilden ihracata kadar birçok resmi belgenin düzenlenmesini içeren görevleri, ikincisi, üyelerine, yerelden evrensele uzanan bir strateji ve perspektif kazandırmak için eğitim ve bilgilendirme faaliyetleri, üçüncüsü ise, üyelerinin ticari hak ve menfaatlerini korumak olarak özetlenebilir. İTO, bugüne kadar bu görevlerinin tümünü hakkıyla yerine getirme gayreti içinde olmuştur. Neticede, Türk ekonomisinin öncü kurumu olarak İTO, sadece Türkiye’nin değil bulunduğu bölgeden tüm dünyaya yayılan bir ticari ekol haline gelmiştir.
İTO 64.cü Meslek Komitesi (Elektrik Ekipmanları)
PERPA DUYURULAR
PERPA ANA SAYFA
PERPA İLETİŞİM
PERPA FACEBOOK
Nişasta bazlı şekerin zararları
/0 Yorumlar/in Haberler /tarafından sivaslioglu-perpaNişasta bazlı şekerin zararları
Prof. Dr. Bingür Sönmez nişasta bazlı şekerin zararlarını anlattı: Yabancı firmaların tatlı zehrinin yurttaşa satışı kolaylaştırılıyor!
Çocuklardaki büyüme geriliğinin sebebi tamamen mısır şurubu şerbeti. Kız çocuklarda görülen folikistiğin sebebi de mısır şurubu şerbeti. Yaşlılarda Alzheimer yapıyor. Ama genç yaşlı herkeste obezitenin kesin nedeni, çünkü doymayan insanlar yaratıyor

Türkiye’deki şeker fabrikalarının özelleştirilmesi ve beraberinde mısır şurubuna dayalı tatlandırıcıların piyasaya hakim olması, kanser başta olmak üzere, sağlığımız üzerinde pek çok ölümcül sonucu da beraberinde getiriyor. Bu haftaki Pazartesi Söyelşisi’nin konuğu olan ühlü kalp cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez, “Şimdi biz toz şekere, yani pancar şekerden elde edilen şekere razıyız çünkü kanseri gördük sıtmaya razı olduk. Bu nedenle artık annelere diyoruz ki sakın çocuklarınıza sokaktan endüstriyel tatlı almayın, evde kendiniz yapın” ifadelerini kullanıyor.
Prof. Sönmez, mısır şurubunun yol açtığı tehlikelere şöyle işaret ediyor: “Son yıllarda kolit o kadar çok arttı ki, bu tamamen mısır şurubuna bağlı. Sonra karaciğerde normal glikoz, glikora çevrilirken mısır şerbeti hiçbir şeye çevrilmiyor, direk yağa çevriliyor. Ve şu anda kime karaciğer ultrasonu yapsanız yağlanma var. Mısır şurubu şerbetinin pankreas kanseri de yaptığı şeklinde çok ciddi yayınlar var. Siroz ve pankreas kanserinin birinci neden nişasta bazlı şeker.
Dahası, mısır şurubu Tip 2 diyabet de yapıyor çünkü insülin mekanizmasını tamamen bozuyor. Çocuklardaki büyüme geriliğinin, o kısa boyunlu, kısacık bacaklı olan çocukların sebebi tamamen mısır şurubu şerbeti. Kız çocuklarda görülen kolikistiğin sebebi de mısır şurubu şerbeti. Yaşlılarda Alzheimer yapıyor. Ama genç yaşlı herkeste obezitenin kesin nedeni, çünkü doymayan insanlar yaratıyor.”
»Bugünlerde halk sağlığını tehdit eden en önemli konuların başında mısır şurubu geliyor. Bizi bu noktaya getiren süreci kısaca anlatır mısınız?
Tatlıyla tanışmamız 5 bin yıl öncesine dayanıyor. Bu tatlı bal, yiyeceklerde ve enerji kaynağı olarak kullanılıyor; doğal ve sağlıklı. Ardından, milattan sonra 300- 400 yıllarında şeker kamışı şekeri ortaya çıkıyor. O da sağlıklı bir şeker. Güney Asya’da başlayıp Amerika’ya kadar geliyor ve en çok Küba’da yetiştiriliyor. Ama şeker kamışı şekeri çok pahalı. Öyle ki “toprağın altını” ifadesi kullanılıyor. Sonra da, bundan 200 yıl kadar önce, şeker pancarı devreye giriyor. Ancak daha sonra, ucuz şeker elde edebilmek için, Amerika’da 1970’lerde mısır şurubundan şeker elde edilmeye başlandı. Ve tüm dünyaya nişasta bazlı şekeri yaydı, ucuz, raf ömrü uzun ve normal şeker değil tatlandırıcı olan bu büyük felaketi.

>>Mısır şurubu neden felaket, hangi açılardan felaket?
Mısır şurubu şerbeti ayrıcalığı Kemal Derviş zamanında Amerika’nın baskısı sonucunda başladı. O dönem, pancar şekeri üretimine kota koydurdular ve Türkiye’nin şeker üretimini en az yüzde 7’si nişasta bazlı şeker, yani mısır şurubu olması sağlandı. Ertesi yıl, mısır şurubunun kotası, tekrar artırılarak yüzde 15’e çıkarıldı. Son zamanlarda yüzde 30’a yükseltildi. Bu, işin görünen kısmı. Görünmeyen kısmı, 2017’de pancar ekimini serbest bıraktılar. Daha önce köylü ne kadar pancar ekmesi gerektiğini o yörenin pancar fabrikasıyla anlaşılıyordu. Ve fabrika ekilen pancarın tamamını alıyordu. Şimdi köylüye istediğiniz kadar pancar ekebilirsiniz diyerek, pancar ekimini serbest bırakıp fabrikaları kapatıyorlar. Türkiye’de 5 tane mısır şurubu üreten firma var, 120 bin tondan 500 bin tona kadar yıllık üretimleri var ve bunların müşteriye ihtiyacı var. Yurtdışına gönderiyorlar ama iç piyasa çok önemli. Eğer normal şeker yapılırsa, bunların yaptıkları mısır şurubu ellerinde kalacak.
>>Şeker pancarı nasıl bir ürün?
Toprağın harikası. Toprağı azottan beslemesinden tutun da, fabrikaya girdiğinde alkol, küspe gibi birçok yan ürün elde ediliyor. Örneğin ziyaret ettiğim Konya Şeker Fabrikasında (Torku) şeker pancarından elde edilen ısıyla bir havuz yapmışlar, sıcak suda çok çabuk büyüyen bir balık üretiyorlar. Bir domates serası yapmışlar, bütün ısıtmasını pancar şekeri sırasında çıkan ısıdan elde ediyorlar. Sonuç olarak gele geçek küspeden çok kaliteli hayvancılık yapıyorlar.
>>Siz yıllarca üç beyaz çok zararlı dediniz: un, tuz, şeker. Peki nişasta bazlı şeker bunun neresinde?
Şimdi biz toz şekere, yani pancar şekerden elde edilen şekere razıyız çünkü kanseri gördük sıtmaya razı olduk. Bu nedenle artık annelere diyoruz ki sakın çocuklarınıza sokaktan endüstriyel tatlı almayın, evde kendiniz yapın.
>>Neden bu kadar zararlı nişasta bazlı şeker?
Mısır şurubu şerbeti, früktozdan elde edilen şekerdir. Normal şeker yüzde 50 früktoz, yüzde 50 glikozdur ve tabii ki zararlıdır ama mısır şurubu şerbeti yüzde 80 früktoz yüzde 20 glikozdur. Emilmesinden başlayıp tüketimine kadar vücuda yaptığı tahribatın hesabı yok.
Emilmesinden başlayalım.
Emilirken ince bağırsakta o kadar enerji sarf ediliyor ki, bağırsakta kolit oluşuyor. Son yıllarda kolit o kadar çok arttı ki, tamamen mısır şurubuna bağlı. Sonra karaciğere geliyor, karaciğerde normal glikoz, glikola çevrilirken mısır şerbeti hiçbir şeye çevrilmiyor, direk trigilesid olarak yağ oluşturuyor. Ve şu anda kime karaciğer ultrasonu yapsanız 1. Veya 2. derece karaciğer yağlanması var. Bu nedenle artık literatürde çok belirgin bir isim var: “Alkole bağlı olmayan siroz” terimi var. Mısır şurubu şerbetinin pankreas kanseri de yaptığı şeklinde çok ciddi yayınlar var. Siroz ve pankreas kanserinin birinci neden nişasta bazlı şeker.
Dahası, mısır şurubu Tip 2 diyabet de yapıyor çünkü insülin mekanizmasını tamamen bozuyor. Bu hastalığın son yıllarda bu kadar artmasının nedeni tamamen nişasta bazlı şeker.
>>Çocuklarda ne gibi görünür durumlara yol açıyor?
Büyüme hormonunu geriletiyor. Çocuklardaki büyüme geriliğinin, o kısa boyunlu, kısacık bacaklı olan çocukların sebebi tamamen mısır şurubu şerbeti. Kız çocuklarda görülen Polikistik Over’in sebebi tamamen mısır şurubu şerbeti. Yaşlılarda Alzheimer yapıyor. Ama genç yaşlı herkeste obezitenin kesin nedeni, çünkü doymayan insanlar yaratıyor. Mısır şurubu şerbeti ile yapılmış bir tatlı yediğiniz zaman doymazsınız. Benim annem küçükken bize bayramlarda baklava yapardı, iki dilim yer doyardık. Şimdi dışardan bir kutu baklava alın, hepsini yersiniz yine de doymazsınız. Çünkü doyma hormonumuz olan leptini, mısır şurubu ile inaktif hale getiriyor.
>>Öyleyse biz mısır şurubu şerbeti ile yapılmış ürünlerden uzak duracağız, ama kota her geçen gün artarken ve bu madde piyasanın hakimi olurken bunu nasıl başaracağız?
Ne yazık ki rekabet kanununun haksız olan kuralları var: Örneğin, bir baklava üreticisi, vitrinine “ürünlerimizde mısır şurubu şerbeti kullanılmamaktadır” yazarsa, bir firma, televizyonda “Biz lokum yapıyoruz ama mısır şurubu şerbeti kullanmıyoruz” derse ceza alıyor.
>>Peki biz yurttaşlara ne görevler düşüyor?
Öncelikle fabrikaların kapatılmaması için mücadele edeceğiz. Köylü, Torku gibi şeker fabrikalarını satın alacak. Belediyeler seferber olacak, fabrikaların hiçbirini kapattırmayacaklar çünkü bu fabrikaların hiçbiri zarar edecek durumda değil. Fabrikaları yerel halk, kooperatifler, vakıflar, köylü satın alıp layıkıyla işletirse Türkiye ekonomisi zıplar ve biz yurt dışına şeker ihraç edecek duruma geliriz. Ama böyle devam ederse şimdiden yurtdışından şeker ithal eder durumdayız çünkü aklı selim insanlar mısır şurubu kullanmak istemiyor. Dahası, toplum baskısı yaratmak zorundayız. Baklava alacağımız zaman satıcıya ne şekeri kullandığını sormalıyız.
>>Marketlerde karşımıza çıkan sınırsız seçenek ile başa çıkacağız?
Maalesef marketlerde, ürünlerin üzerinde “mısır şurubu şerbeti kullanılmaktadır” ya da “kullanılmamaktadır” yazmıyor. Bir ürünün içinde mısır şurubu şerbeti varsa g37, g40, g85, g50, m38 yazıyor ve kanunen sorumluluğunu yerine getirmiş oluyor. Peki bu içerik size bir şey ifade ediyor mu, tabii ki hayır. Şu an mısır şurubu şerbeti bazlı ürünler piyasanın yüzde seksenine ulaştı ve kotanın önü açık. Şeker fabrikaları kapatılırsa artık hiç kota da olmayacak. Endüstrinin mısır şurubu şerbetini tercih etmesi maliyetinden ve raf ömrü uzunluğundan dolayı çok normal, ama bizim sağlığımız ne olacak? Evde bir baklava yapın ve koyun dolaba, üç gün sonra kristalize olur ve doğrusu budur. Ama dışarıdan alın bir baklava masanın üstüne koyun, 10 gün sonra aynıdır, ne kristalize olur ne de bozulur. Böyle bir şey sağlıklı olabilir mi?
Sabah kahvaltıda yediğimiz reçel, çikolatalı tatla, gofret, bisküvi, endüstriyel tatlılar tamam yakını mısır şurubundan yapılıyor. İnanmayacaksınız ama bal ve pekmezin büyük bir bölümü mısır şurubundan yapılıyor ve özel aroma ilave ediliyor.
>>Peki Batı’da durum nedir? Başta, mısır şurubu şerbetini tüm dünyaya yayan Amerika olmak üzere?
Amerika’da mısır şurubu şerbetinin kotası yüzde 2, son dönemde yüzde 1’e indirmek için çalışıyorlar. Fransa’da ve Almanya’da yüzde 3 ile 5 arasında ve onlar da bunu düşürmeye çalışıyorlar. Batı’nın bundan geri adım atmasının nedeni kanser başta olmak üzere hastalıkların ortaya çıkışı. Bizim ülkemizde de mısır şurubu şerbeti üretilebilir, kime satarlarsa satsınlar ama bizde de kotası yüzde 1’e düşmeli.
>>GDO’lu ürünler bir dönem çok tartışılıyordu. Bu tartışmada sizin açınızdan son durum nedir?
Ben GDO konusunda mısır şurubu şerbetinde olduğum kadar olumsuz değilim. GDO çok farklı. İlle de genetiği oynanmış değil de, genetiği ıslah edilmiş ürünler var. Bir Sümer ören yerinde buğday bulabilirsiniz ama üzerinde 8-10 buğday tanesi görürsünüz. Ama bugün bir buğday tanesini üzerinde 60 taneden az buğday varsa dünya aç kalır. Çünkü tarım alanları azaldı, çiftçi azaldı ve nüfus çok arttı. O nedenle genetiği ıslah edilmiş ürünlere ihtiyacımız var. Bir mısırın oynanmış genetiği sağlık sorunlarına neden olacağına dair hiçbir bilimsel makale yok. Dünya açlığa ve kıtlığa gidiyor o nedenle bu şekilde ıslah edilmiş tohumlar kullanmak zorundayız.
>>Siz diyorsunuz ki, hiçbir şey mısır şurubu şerbeti ile karşılaştırılamaz.
Hiçbir felaket, mısır şurubu şerbetinin ülkeye yaratacağı siyasi, ekonomik, siyasal ve insan sağlığı açısından yaptığı felaketi yaratacak kadar kötü olamaz. Türkiye’de 2000 yılından beri, yanı mısır şurubu şerbeti kullanılmaya başlandığından beri, az önce saydığım hastalıklarda patlama yaşanıyor. Böyle giderse hastalıkların önüne geçmemiz mümkün değil.
>>Son yıllarda değişen trendler, alışkanlıklar göz önünde bulundurulduğunda, kalp sağlığını tehdit eden yeni tehditler nelerdir?
En büyük tehdit sigara. Bugün sigara deneme yaşı ilkokul çocuklarına inmiş durumda. Oysa benim gençliğimde başlama yaşı askerlikti. İkinci en büyük tehlike obezite. Okullara gidin, çocukların hepsinde büyüme ve gelişim bozuklukları görürsünüz. Spor yapma alışkanlıkları çocuklara kazandırılmıyor. Yetişkinler için de aynı durum geçerli. Beslenme çok kötü. Bunun yanından anormal stresliyiz. Trafikte de stres var, televizyon programlarında da. Kalp hastalıkları yaşı çok aşağı indi. Bir de bizim en büyük felaketimiz, sessiz kalp hastalığı. Hasta olmadan kalp krizi geçirmeden teşhis etme olanaklarımız arttı, geliştirmemiz gerekiyor.
»Marketlerde karşımıza çıkan sınırsız seçenek ile başa çıkacağız?
Hazır satın alınan; bisküvi, kolalı içecekler, şekerlemeler, çikolata, gofret, hamur işi tatlılar, hazır pasta ve keklerde, meyve suları, dondurma, reçel, jöle, marmelat, rhelva, sütlü tatlılarda mısır şurubu şerbeti kullanılıyor. Ve maalesef marketlerde, ürünlerin üzerinde “mısır şurubu şerbeti kullanılmaktadır” ya da “kullanılmamaktadır” yazmıyor. Bir ürünün içinde mısır şurubu şerbeti varsa g37, g40, g85, g50, m38 yazıyor ve kanunen sorumluluğunu yerine getirmiş oluyor. Peki bu içerik size bir şey ifade ediyor mu, tabii ki hayır. Şu an mısır şurubu şerbeti bazlı ürünler piyasanın yüzde 30’una ulaştı ve kotanın önü açık. Şeker fabrikaları kapatılırsa artık hiç kota da olmayacak. Endüstrinin mısır şurubu şerbetini tercih etmesi maliyetinden ve raf ömrü uzunluğundan dolayı çok normal, ama bizim sağlığımız ne olacak? Evde bir baklava yapın ve koyun dolaba, üç gün sonra kristalize olur ve doğrusu budur. Ama dışarıdan alın bir baklava masanın üstüne koyun, 10 gün sonra aynıdır, ne kristalize olur ne de bozulur. Böyle bir şey sağlıklı olabilir mi?
Kaynak: BirGün Gazetesi

PERPA HABERLERİ
PERPA TİCARET MERKEZİ
PERPA FACEBOOK
PERPA İLETİŞİM
Fibera Fiber Optik Legrand, Corning, R&M, Cablofil, Ez-Path
/3 Yorumlar/in Fiber Optik /tarafından sivaslioglu-perpaKalder Başkanı Cem Bektaş
/0 Yorumlar/in Haberler /tarafından sivaslioglu-perpaTürkiye Kalite Derneği (KalDer) Yönetim Kurulu Üyesi Cem Haydar BEKTAŞ Yöneticiliğimizi ziyaret etti.
Türkiye Kalite Derneği (KalDer) Yönetim Kurulu Üyesi Cem Haydar BEKTAŞ Yöneticiliğimizi ziyaret etti.
Sayın BEKTAŞ, Perpa hakkında detaylı bilgi alarak birlikte yapılabilecek çalışmaların yanı sıra Perpa ticartine yön verilebilecek projeler hakkında görüşme sağladılar.
Mevlüt UYSAL’ı ziyaret
/0 Yorumlar/in Haberler, Perpa Faaliyetler /tarafından sivaslioglu-perpaMevlüt UYSAL’ı ziyaret
Perpa A Blok Yönetimi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Mevlüt UYSAL’ı ziyaret etti.
Perpa A Blok Yöneticiliğimiz, Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Mevlüt UYSAL’ı makamında ziyaret etti.
Ziyaretlerinde Perpa’nın sorunları ve ticari durumu hakkında görüşme sağlandı ve destekleri istenildi.
Kendilerine yeni görevlerinin hayırlı olması dilenerek, Perpa’ya davet edildi.