
AB Havayı suyu da temizler
AB Havayı suyu da temizler
AB ile atılım sürecini ileriye taşımak amacıyla kurulan Reform Eylem Grubu üç yıl sonra ilk kez toplandı. Amaç: ilişkileri yeniden canlandıracak yol haritasını belirlemek. Peki ne oldu da Türkiye, yüzünü yeniden AB’ye çevirdi? Türkiye hangi adımları atacak? Yargı, insan hakları, ekonomi bu süreçten nasıl etkilenecek? Grubun isim babası, eski AB Bakanı ve TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Volkan Bozkır’la röportaj yapan Hürriyet‘ten İpek Özbey AB ve Türkiye’nin son durumunu konuştu.

AB Havayı suyu da temizler
TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Volkan Bozkır: AB havayı da suyu da temizlerABD ile ilişkiler gerilince, yüzümüzü AB’ye mi çevirdik? Nasıl oldu da üç yıl aradan sonra yeniden gündem AB?
Maalesef ABD’nin yeni yönetiminden kaynaklanan çok enteresan bir rüzgâr esiyor. Bu rüzgâr 45 yıllık diplomatik yaşamımda görmediğim bir tarzda yönetiliyor. Neticede ABD güçlü bir ülke. Kendine yetecek kaynakları var. Bütün ülkeler bu çıkar ilişkisinde, kendini koruma ve yeni düzenle bir şekilde yaşayabilme arayışı içindeler. Konjonktür bir bakıma Avrupa Birliği ile Türkiye’yi birbirine itiyor. Tek taraflı olarak “Ben AB ilişkisini sürdüreceğim” ya da “Düzelteceğim” dediğinizde bunu tek başına yapamazsınız. Karşı taraftan mutlaka bir mesaj almanız lazım. Avrupa’dan Türkiye’ye bir mesaj geldi.

AB Havayı suyu da temizler
Yeniden adım atmaya bu mesaj mı vesile oldu?
Hayır, biz zaten ilişkiyi hiç kesmedik. Türkiye tarafında hiçbir zaman bir sıkıntı olmadı ve bu ilişkiyi hiçbir zaman sadece “Üye olayım, bütün menfaatlerinden yararlanayım” algısıyla yürütmedi. Bu ilişki sayesinde Türkiye’de çok önemli reformlar gerçekleşti. Bu reformlar için çaba sarf etmenin altında AB’ye üye olmaktan çok, Türk insanının günlük yaşamında göstereceği pozitif etki vardı. Darbe teşebbüsünden sonra ortaya çıkan OHAL’in kaldırılmasıyla yeni bir düzene geçiyoruz. Gerçekten önemli bir eşikteyiz. Bu gelişmeler olurken, AB ile ilişki içinde olmamız fevkalade önemlidir.
AB’den nasıl bir mesaj aldınız?
Türkiye için kalp kırıklığı yaratan nokta, vize muafiyeti sürecinde son aşamaya kadar gelmişken Avrupa Birliği tarafından Türkiye’nin o günkü şartlarda yerine getirmesi mümkün olmayan bir şartın ortaya atılmasıydı: Terörle Mücadele Yasası’nda değişiklik! Bugün belli ölçülerde değişiklik yapılabilir ama o gün hiçbir şekilde yapılamazdı. O günlerde çok değişik yerlerde Türkiye’de bombalı saldırılar olmuş, onlarca insanımızı yitirmişiz, terör tehdidi en üst noktasına çıkmıştı. Siyasi olarak Türkiye’nin o günkü çıkarları bakımından öyle bir değişikliği ağza almak bile mümkün değildi. Ben o akşam Avrupa Birliği Bakanı olarak bir şey teklif ettim.
Anlatır mısınız?
Şöyle konuştum: “Öyle bir şey buldunuz ki, her şey mümkün, ancak bunu şu anda yapamayız. Ama biz size ‘gelecek sene bunu gözden geçireceğiz’ diye hükümet olarak bir garanti verelim. Veya Türkiye müzakerelere başlayacakken nasıl ‘Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni yeterince yerine getirdiniz’ dediniz ve biz müzakerelere başladıysak, burada da şöyle deyin: ‘Türkiye bu vize kalkmasıyla ilgili 72 kriteri yeterince yerine getirmiştir, geri kalanlarla ilgili çalışmalar sürdürülecektir, iyi yolda gidilmektedir.’ Bunu kesmeyin.” Yapmadılar. Türkiye’de çok büyük hayal kırıklığı yaşandı. Arkasından bazı ülkeler Türkiye’yi rencide edecek demeçler verdi. 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında yaklaşık 50 gün AB’den hiçbir liderin Türkiye’ye gelmemiş olması, bizim bu kalp kırıklığımızı daha da arttırdı. Türkiye haklıdır, gocunacak bir şey yoktur. Çünkü 15 Temmuz’dan önceki dönemde Alman Şansölyesi sekiz ayda beş kere Türkiye’ye gelmişti, AB komisyon başkanı da öyle. O zaman mülteci akını korkuları vardı. “Ağustos tatildi” dediler, yok öyle bir şey. Atlarsın uçağa gelirsin, “Sizinle beraberiz, demokrasiye olan bu saldırıyı kabul etmiyoruz” diyebilirlerdi. Demediler ve bu her iki tarafın da adım atmadığı bir tabloya dönüştü. Bazı ülkelerde Türkiye ve İslam düşmanlığını savunarak iktidara gelen hükümetler oldu. Ama en son Varna zirvesi önemli bir aşamaydı ve oradan itibaren değişik adımlar atılıyor. Son olarak da ABD’nin tavrı, iki tarafın birbirine yakınlaşmasını hızlandırdı. En büyük sıkıntı, yüz yüze görüşmediğiniz, basın üzerinden mesaj verdiğiniz zaman ortaya çıkıyor. Bütün ülkelerin böyle bir sorunu var. Bir ülkenin başkanı içinde bulunduğu siyasi ortamı etkilemeye yönelik bir mesaj veriyor.
Orada Türkiye’yi de kullanıyor ama aslında o mesaj Türkiye’ye değil, kendi seçmenine…
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’u mu kastediyorsunuz?
Sadece Macron değil. Almanya, Hollanda, İsveç’te de oldu. O zaman biz de cevap vermek zorunda hissediyoruz. O da bizim iç politikamızda gerek duyulan bir cevap oluyor. Halbuki yüz yüze olduğunuzda bir çok konuyu konuşabiliyorsunuz. Profesyonel, aklıselim sahibi kişiler arasında konuştuğunuz zaman da sorunu çözebiliyorsunuz. Paylaşılabilir noktaya gelinceye kadar kamuoyuyla her şeyi paylaşmak zorunda da değilsiniz. Ben her zaman bir diplomat olarak üç kelimeye çok önem verdim. ‘Mahremiyet, ketumiyet ve müphemiyet’… Müphemiyet şudur: Hiçbir şeyi tam olarak ifade etmezsiniz. Bir yerlerde esneklik bırakırsınız ki, sonraki aşamalarda o esneklik bölümünden yararlanırsınız. Profesyoneller arasında yüz yüze konuştuğunuzda bu üç kelimenin etkisiyle sonuca doğru gidebilirsiniz. Ama bir basın toplantısında açıklama yaptığınızda üçü de yoktur. Şimdi bu anlayış içinde, Hollanda örneğinde olduğu gibi ilişkilerimizde sıkıntı yaşadığımız bazı AB ülkeleri ile de olumlu noktaya doğru ilerliyoruz.
AK Parti Avrupa Birliği’ni “Cumhuriyet’ten sonra Türkiye’nin en büyük medeniyet projesi” olarak görüyordu. Ama o çok başarılı müzakere süreci, sonunda “Haçlı ittifakı” söylemine kadar gitti… Biz nerede hata yaptık, AB nerede?
18 yıldır, AB Genel Sekreteri Yardımcısı, Dışişleri Bakanlığı AB den sorumlu Müsteşar Yardımcısı, Brüksel’de ülkemizin AB Daimi Temsilcisi, AB Genel Sekreteri ve son 7 senedir de AB Bakanı ve TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı olarak, AB ile ilişkilerimiz konusunda üst düzey görev almış bir konumdayım. Türkiye’deki reformlar konusundaki çalışmalarda, uzun bir dönem, aslında asker-sivil dengesi tam olarak tesis edilmediği için, Genelkurmay Başkanlığı ve o zamanki MGK Genel Sekreterliği’ni ikna etme zorunluluğu vardı. O zaman kimse de oralara gitmeye, generallerle konuşmaya cesaret edemiyordu. Bu görevi sürekli üstlendim. AK Parti 3 Kasım 2002’de iktidara geldi, Cumhurbaşkanımız, o zaman Genel Başkan olarak neredeyse ilk toplantısını 6 Kasım’da Dışişleri ve AB Genel Sekreterliği’yle yaptı. Gerçekten AK Parti reformlara ve AB’ye yürekten inanmış bir parti olarak iktidara geldi. Ve Cumhurbaşkanımızın önderlik ettiği kararlı çabalarla, Türkiye’nin müzakerelere başlayabileceği bir ortama geldik. 2004’te gerçekleşen 16-17 Aralık zirvesi aslında bir dönüm noktasıdır. Sabaha kadar yürüttüğümüz müzakereler sonrasında, 17 Aralık sabahında, Cumhurbaşkanımıza ( o zaman Başbakandı), AB Dönem Başkanı Hollanda Dışişleri Bakanı tarafından iletilen, müzakere tarihi verilmesini Kıbrıs’a bağlayan teklifi kabul etmedik. Cumhurbaşkanımız, Türkiye’ye dönme kararı aldı. O anda aklıselim sahibi Tony Blair, Schröder, Chirac gibi Avrupalı liderler bize tahsis edilen odaya geldiler. 3.5 saat süren pazarlıklar yapıldı. Türkiye’nin şartları kabul edildi, Kıbrıs bağlantısı kaldırıldı ve o sayede Türkiye’nin müzakerelere başlaması için bir tarih verildi. Buraya kadar kimsenin kırılganlığı yok.
Ve AB, müzakereler başlamadan önce Türkiye için şartları değiştirdi…
Eskiden açılış-kapanış kriterleri, 23 ve 24. fasıllar yoktu. Diğer ülkeler bütün fasılları aynı anda açtılar, kapattıklarını kapattılar, bazılarını tekrar açtılar, iki senede de üye oldular. Bu yeni düzen tamamen müzakereleri ülkemiz için zorlaştırma amacını taşıyordu. Biz itiraz edince ondan sonra müzakere edecek tüm ülkelere uygulamaya karar verdiler. Türkiye, bütün bu zorluklara rağmen çok iyi bir müzakere mekanizması kurdu. Bütün kötü şartlara rağmen iki senede müzakereleri tamamlayacağımız kanaatini AB’de uyandırdık. 2008’de konseyi topladılar, Kıbrıs’ı gerekçe gösterip, sekiz faslı açılamaz, tüm fasılları kapanamaz hale getirdiler. Ben o zaman Brüksel’de daimi temsilciydim. ABD dönüşü Cumhurbaşkanımız ile Brüksel’de havaalanında konuştuk. Değerlendirme sonucunda, Cumhurbaşkanımız, “Devam edeceğiz. Biz tüm fasılları Ankara’da açarız, Kopenhag kriterleri bundan sonra Ankara kriterleri olacak deriz!” dedi. Bence doğru bir adımdı. Bunları açmamız, kapamamız bize fayda sağlıyordu. Öyle devam etti.
Ama…
Yavaş yavaş başka sıkıntılar çıkarmaya başladılar. Fasıl açılışlarını senede bire, ikiye indirdiler. Sonunda fasıl açamaz hale geldik. Zirvelere liderlerimiz davet edilir, aile fotoğraflarında yer alırken birdenbire Sarkozy çıktı, “Türkiye bundan sonra gelmesin” dedi. Zirve fotoğraflarından çıkarıldık. Halkımıza bu durumu izah etmekte zorlandık. Görüleceği üzere, Türkiye’nin müzakerelerin ve ilişkilerin arzu edildiği gibi yürümemesinde gerçekten kabahati yok. Vize sürecinin akamete uğraması ve 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünden sonraki tutumları ise Türkiye’de tepkiye neden oldu.
Avrupa’nın sıkıntısı nedir?
İki nedeni var: AB altı ülkenin kurduğu bir sistemdir. BM Güvenlik Konseyi’nde nasıl kuruluşta savaşın galibi beş ülkeye veto hakkı verilmek suretiyle tüm BM sistemi kontrol altına alınmak istenmişse, burada da kurucuların kendini güvence altına alma saiki vardır. Şöyle ki, AB sisteminde her ülkenin bir oyu var gibi gözükse de ülkenin nüfusu ve yüzölçümüne göre belirlenen ağırlıklı oy dediğimiz bir sistem var. Almanya’nın, Fransa’nın 29 oyu, Hırvatistan’ın 10 oyu, GKRY’nin (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) 4 oyu var. 91 oyla herhangi bir kararı bloke edebiliyorsunuz. Bunu kararlaştırırken tabii Türkiye’nin bir gün üye olabileceğini düşünmüyorlardı. Şimdi, üye olduğu takdirde Türkiye’nin 29 oyu olacak. Parlamentoda 100 parlamenteri olacak. Karar mekanizmasını etkileyecek bir durum. Birincisi budur. İkinci husus, aslında Avrupa Birliği ülkelerinde çoğunluk AB’yi bir Hıristiyan Kulübü olarak görür. Bunu Avrupa Anayasası’na koymak için çok uğraştılar. Fakat AB içinden itirazlar geldi ve önlendi. Bugün anayasada yazmasa bile ana fikir budur. Bundan dolayı da Müslüman Türkiye’ye karşı genelde bir isteksizlik var.
Bunu aşmamız ihtimal dahilinde mi?
Burada mesele Türkiye’yi her alanda geliştirmek. Tabii ki stratejik hedef üyeliktir. Türkiye öyle gelişti ve gelişecek ki, AB’ye kesin üye olabileceğimiz bir noktaya geleceğiz ve orada Türkiye de bir karar verecek. Belki üye olmak istemeyecek. Bizim derdimiz bu hedefi stratejik bir hedef olarak önümüzde tutmak ve bunun doğru yol olduğuna inanmak, engelleri aşma gücünü göstermek…18 yılını bu işe vermiş biri olarak AB üyeliğinin Türkiye için iyi olacağını düşünüyorum. Ama AB’de öyle bir siyasi yapı var ki, bir ziyaret sırasında görüştüğümüz bir devlet başkanı “Siyasi irade olduğu zaman siz üç günde üye olursunuz. Yoksa senelerce domatesinizin ebadı AB’ye uymuyor diye oyalanırsınız” dedi. Hakikaten böyle bir sıkıntımız var. “Türkiye’yi hemen alalım” diyecek bir siyasi irade şu anda yok.
Şunu mu diyorsunuz: “Mesele AB’ye üye olmak ya da olmamak değil. Önemli olan AB üyesi olma yolunda ilerlemek…”Kastettiğiniz; insan hakları, yargı, terörle mücadelede atılacak adımlar mı?
Bakın AB üyeliği, NATO, ya da başka bir teşkilat üyeliği gibi değildir. AB’ye üye olduğunuzda günlük yaşamınız etkilenir. 80’li yıllarda Türkiye’de 20 civarında sivil toplum kuruluşu vardı, bugün 108 bin. Sivil toplum, demokrasinin temel direğidir. AB sürecinde bunlar gelişti. AİHM kararları ve sözleşmesi bizim hukuk sistemimizde artık yer bulmuştur. Hâkimler ve savcılar bunlara referanslar verirler. Son dönemde bir facia yaşadık, FETÖ hainlerinin yargıya, emniyete sızmalarıyla başka bir dünya oluştu. Hukuk sistemimiz bunlardan temizleniyor. Tekrar AİHM kararlarına atıfta bulunulmaya başlandı. İçeri sızmış hainler temizlendikten sonra yargı özgür kararlar vermeye başladı, daha da verecektir. İnsanlar bunu hissedecek. Demokrasi ve insan hakları değil sadece, insanımız soluduğu havanın, içtiği suyun daha temiz olduğunu görüyor. Gıda güvenliği, iş güvenliği gibi konularda AB müktesebatının yararlarının farkında…
Ankara’nın AB mesaisi Reform Eylem Grubu toplantısıyla başladı. Neler değişecek?
Bir kere esasen uygulanmakta olan “Yargı Reformu Stratejisi”nin güncellenmiş hali, bu yılsonundan önce yayınlanacak. Bu çok önemlidir. Özellikle FETÖ’nün yargı içindeki yapılanması nedeniyle birçok insanda yargıya güvensizlik oluştu. Bu stratejiyle yargıya güvenin artması ve Türk hukukunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla iç içe yürüdüğünün göstergesi olan bir strateji yayınlanacak. AB’nin Türk hukukuna güvenini arttıracak bir şey. Bir de vize serbestisi için kalan 6 kriterle ilgili çalışmaların nasıl yürütüleceği konusunda her bakanlık rol üstleniyor. Ayrıca AB müzakere sürecinin daha güçlendirilmesine dair siyasi kararlılığımızı ortaya koyan birçok adım da kararlaştırıldı…
Türkiye AB üyesi olsaydı; örneğin Osman Kavala ya da gazeteciler bugün cezaevinde miydi?
Maalesef Türkiye, çok büyük bir olumsuz kampanyayla karşı karşıya. Yaşananlar aslında birkaç misli katlanarak paylaşılıyor. Türkiye’nin iletişim kapasiteleri hasım gruplarla baş edecek noktaya getirilemedi. Örneğin… ABD’de Ermeni lobisi, Yunan lobisi, İsrail lobisi var. Bir de FETÖ lobisi var. Bunlarla mücadelede Türkiye büyükelçilik, sivil toplum kuruluşları, işadamlarıyla gayret sarf ediyor. FETÖ’nün Amerika’daki imkânlarına bakın. Charter School dedikleri 200’e yakın okulu var. Şu ana kadar 200 bin mezun vermiş. Amerikan hükümeti bunlara her sene 750 milyon dolar yardım yapıyor. Bir kişi ‘Türkiye, dünyanın en kötü ülkesidir’ diye bir e-mail yazsa, anında 200 bin mezununa ulaştırabiliyor. Avrupa da böyle. Osman Kavala örneğini bilemiyorum, hukukun vereceği bir karar ama öyle hikâyeler üretiliyor ki, ‘Türkiye’de hukuk yoktur, cezaevleri şöyledir’ gibi bir imaj yaratılıyor. Bir taraftan baktığınızda o kadar büyük bir tehdit altında yaşadık ki… Sadece 15 Temmuz hain darbe teşebbüsü değil. Suriye’de kantonlar oluşturuldu. Hemen akabinde Türkiye’de kantonlar oluşturulmak için operasyon yürütüldü. İllerimizi İlçelerimizi ele geçirmeye teşebbüs ettiler, barikatlar kuruldu, hendekler açıldı. Neredeyse eyalet bayrakları çekilecekti. Ne beklersiniz? Ben size sorayım: AB’ye üye olsak bunlar olur muydu?
Olmaz mıydı?
Olmazdı. Türkiye, oraları tek tek teröristlerden temizledi. Büyük tahribat oldu. Göç etmeye zorlanmış insanlarımız bugün yerlerine dönebildiler. Ve Türkiye bu operasyonu başarıyla sonuçlandırmasaydı, bugün o bölge kendi bayrağı olan bir yer olurdu. Biz o günlerde de AB’yi yanımızda görmek istedik. AB Bakanı olmama rağmen AP Türkiye Raportörü Kati Piri’yle o günden beri görüşmüyorum. Yine gelirse yine görüşmeyeceğim. Ankara’da terör saldırısı olmuş, 30 insanımız can vermiş, cenazeleri kaldırılıyor. Kati Piri Türkiye’ye gelmiş, Diyarbakır’a gitmiş, orada devlet güçlerinin sözüm ona ölmeye mahkûm ettiği insanları kurtarmak için çaba sarf etmiş. Keşke önce bu cenazelere saygı gösterseydi. Biz Charlie Hebdo saldırısından sonra cenazeye başbakan düzeyinde katıldık, terörün karşısında olduğumuzu gösterdik. Ancak hukuk sistemimizi daha da güçlendirmemiz, karar sürecini hızlandırmamız lazım. Burada sonuç alacağız.
Türkiye bütün bu zor şartlarda hukuk sistemi içinde kalmaya gayret etti, ediyor. Başka hiçbir ülke bunun altından kalkamazdı. “AB’ye üye olsak bu kadar gazeteci hapiste olur muydu” sorunuza da, “Olurdu çünkü gazetecilikten dolayı hapiste değil” diye cevap veririm. İstanbul’da polis istasyonu bombalamış, banka şubesi soymuş, Tekel deposuna saldırmış… Adam öldürmüş, ama gazeteci… Raporlara öyle geçiyor. Ben büyükelçi olabilirim, bakan olabilirim, ama bu bana hukuktan masuniyet vermez. Türkiye aleyhine yurtdışında öyle bir mekanizma var ki, bakın anlatayım: Fasıl açılması için basın toplantısı yapıyorsunuz. Oraya üç gazeteci geliyor. Soru soruyorlar ve cevabını bile beklemeden gidiyorlar. Çünkü sorularındaki konuları kayda geçiriyorlar. FETÖ’cü, PKK’lı gazeteciler var. AP’ye gelip, soruyu soruyor, kaçıp gidiyorlar. Kaç kere başıma geldi. Amerika’da da öyle. Dikkat edin ABD Dışişleri Sözcüsü’ne hep biri soru soruyor. Bizim orada gazetecilerimiz var. Diyorum ki, siz de bir söz alın. El kaldıran ise hep bunlar oluyor. Bizim iletişim meselesini biraz daha geliştirip, gerçekte ne olup bittiğini iyi anlatmamız lazım.
150 MİLYAR DOLARLIK TİCARET 300 MİLYARA ÇIKACAK
Ana hedeflerden biri de Gümrük Birliği’nin güncellenmesi… Bize getirisi ne olacak?
Gümrük Birliği’ne üye olup, AB üyesi olmayan tek ülke Türkiye’dir. Bunun Türkiye için büyük sıkıntıları da oldu. Hiçbir katkı olmadan dünya sanayi devleriyle mücadele etmek zorunda kaldık. Diğer ülkeler Gümrük Birliği’nden doğacak zararları üyelikten doğan menfaatlerle kompanse ettiler. Türkiye’ye faydaları da oldu. Sanayimizi rekabet edebilir hale getirdi. 10-15 kalem mal ihraç eden Türkiye, bugün 20 bin kalem mal ihraç eder hale geldi. AB ile 150 milyar dolarlık ticaretimiz var. Gümrük Birliği güncellenirse ticaret hacmi 300 milyar dolara çıkacak. ABD-AB ticaretinin 700 milyar dolar olduğu düşünülürse, dudakları uçuklatan bir rakamdır. Müzakerelere başlama kararı alınırsa biz bunu kısa sürede çözeriz.
FRANSIZCA’DA ‘GÜNAH KEÇİSİ’: TÊTE DE TURC…
Macron’un, Türkiye’nin üyeliğine ilişkin negatif mesajlarını nasıl okumalı?
Macron, iç siyasete oynadı. Oyu şu anda yüzde 30’lara düştü. O da kendisini bir şekilde cendereden kurtarma çabasında. Bilir misiniz, ‘günah keçisi’ diye bir tabir vardır. Fransızca’daki karşılığı çok enteresandır: Tête de Turc…
Türk kafası yani…
Aynen. Osmanlı döneminde Avrupa’da ilerlemesi Avrupalıları o kadar yıldırmış ki, eğlence merkezlerine bir yeniçeri kafası koymuşlar. Gelen geçen yumruk atıyor. Karısına kızan, işini kaybeden gelip yeniçeri kafasına vuruyor. Vuruşunun gücünü bir skala gösteriyor. Böylece bu tabir “günah keçisi” terimi olarak Fransızcaya girmiş. Macron tamamen iç siyasete yönelik sarf etti o sözleri. Ama günü kurtarmak için, yukarıda anlattığım çerçevede, en fazla ilgi çekecek ülke olarak da Türkiye’ye yüklendi. Bu arada Fransa’yla da, karşılıklı çıkarlarımızın yüksek olduğu, uzun zamandır olmadığı kadar iyi bir ilişki içinde olduğumuzun da altını çizelim.
İMTİYAZLI ORTAKLIK DİYE BİR ŞEY OLMAZ
Merkel’in öngördüğü imtiyazlı ortaklığın anlamı ne?
Merkel aslında hiç görüş değiştirmedi. Hep “Türkiye üye olamaz” dedi. Almanya 2004 seçim kampanyasında Türkleri istiskal eden bazı söylemler kullanmasının sonucunda, o zaman 400 bin Türk asıllı Alman vatandaşının oy kullandığı seçimleri, yüzde 80’inin Schröder’e oy vermesi sonucunda 8.500 oyla kaybetti. Ondan sonra Türkiye ve Türklerle ilgili söylemini yumuşattı. Ama hep imtiyazlı ortaklık demeye devam etti… Dedik ki, “imtiyazlı ortaklık diye bir şey olmaz. Tamam imtiyazlı ortaklığı kabul edelim ama bu Almanya ile Türkiye arasında olsun. AB ile olmaz. Biz üyelik sürecinde bu kadar emek sarf ettik, bundan sonra olmaz…” Artık bunu söylemiyor.
Macron da ‘Stratejik ortaklık’ diyor…
Fransa ile Türkiye arasında olur, ama AB ile stratejik ortaklık ne demek? Macron’un son lafında bir de Türkiye ve Rusya ile stratejik ortaklık diyor. Olacak iş değil… Bizim hedefimiz AB üyeliğidir… Oluruz, olmayız, hedefimiz budur.
BÜTÜN İSLAM DÜNYASI TÜRKİYE’YE BAKAR
Türkiye’nin doğal müttefiki kim olmalıdır?
O kadar karmaşık bir dünya yapısı var ki, bugünün dünyasında tek bir müttefik olmaz. Hele son gelişmelerle daha da karmaşık hale geldi. “Bu beni seviyor, bu beni sevmiyor” mantığının dış ilişkilerde yeri yoktur, karşılıklı çıkarlar vardır. Bu karşılıklı çıkarlar ne kadar çok olursa, o ilişkiyi güçlü tutarsınız. Dolayısıyla “Bugün Türkiye’nin müttefiki kimdir?” sorusunun cevabında çok ülke, bölge, grup saymak mümkündür, doğrusu da budur. Mesela AB kendi içinde çok önemli bir güçtür. Ve Türkiye’nin sadece ekonomik değil, siyasal, kültürel reformları, Gümrük Birliği gibi insanların günlük yaşamında çok etkisi olan bir ilişkidir. Bunu başka bir şeyle tartmak mümkün değil.
Diğer ilişkilerde bu kadar fazla Türk insanın yakından ilgilendiren unsur yoktur. Türkiye NATO üyesidir, NATO çok önemli bir üyeliktir. Ama Türkiye, aynı zamanda AB’ye üye olmak isteyen bir ülkedir. Türkiye, Latin Amerika ülkeleriyle çok iyi ilişkiler kurmak istiyor. ASEAN ile çeşitli formüllerle bir araya gelmek istiyor. Şanghay Beşlisi (şu anda başka bir yapı olsa da) içinde gözlemci olarak var olmak isteyen bir ülkedir. İslam İşbirliği Örgütü’nün üyesidir. İran, Pakistan, Orta Asya ülkelerinin katıldığı bir yapının ve Karadeniz İşbirliği Teşkilatı’nın içindedir. Hepsi kendi içinde çok önemlidir. Birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır. İslam dünyasında demokratik ve Batı dünyasıyla ilişkisi olan, sürdürülebilir istikrarı olan ülke Türkiye’dir. Ve aslında bütün İslam dünyası Türkiye’ye bakar. Türkiye, eğer batı ile ilişkilerinde zaafa uğrarsa oradaki rolü bile azalır. Güçlenirse, İslam Dünyasına da örnek olur.
PERPA HABERLERİ
PERPA TİCARET MERKEZİ
PERPA İLETİŞİM
PERPA HABER FACEBOOK
PTT Perpa Şubesi, PTT Kargo Lojistik Çalışma Saatleri
/1 Yorum/in Bankalar, Kargo Firmaları /tarafından sivaslioglu-perpaPTT Perpa Şubesi
PTT Perpa
PTT Perpa Şubesi PTT Kargo
PTT Perpa Adres:
Perpa Ticaret Merkezi B Blok K:5 No 389 Şişli – İstanbul
Perpa PTT Telefon: 0212 320 59 87
Perpa Ptt Şubesi Çalışma saatleri:
08:30 – 12:30
13:30-17:00
PTT Hizmetleri
Perpa PTT Şubesi
PTT POSTA HİZMETLERİ
Posta Hizmetleri
Tebligat
Telgraf
Kayıtlı Elektronik Posta
Diğer Posta İşlemleri
Pul ve Filateli
PTT Perpa Şubesi
PTT BANKACILIK HİZMETLERİ
Havale İşlemleri
Hesap İşlemleri
Pttkart & Pttmatik
Bankacılık İşlemleri
Tahsilat İşlemleri
Ödeme İşlemleri
HGS
Sigortacılık İşlemleri
Diğer Ticari İşlemler
Perpa PTT Bankacılık İşlemleri
Perpa PTT Şubesi’nde tüm bankacılık işlemlerinizi yapabilirsiniz.
PTT Perpa Kargo LOJİSTİK HİZMETLERİ
PTT İşyerlerimizden sanal kontör, kontör yükleme kartı, telefon arama kartı, Milli Piyango Bileti Satışları, “e-Devlet Kapısı”, şifre zarfı dağıtımı yapılmaktadır. Ayrıca işyerlerimizde ürün satış (telefon makinesi, kamera, cep telefonu vb) nitelikli elektronik sertifikası (NES) başvurusu, TCDD bilet satışı, OGS etiket ve kontör satışı ile meşrubat makineleri vasıtasıyla içecek satışı yapılmakta olup, ayrıntılı bilgiye www.ptt.gov.tr adresinden ulaşabilirsiniz.
– Sigorta poliçenizi alabilirsiniz.
– Türk Telekom ve diğer özel telefon şirketlerine ait faturaları ödeyebilirsiniz.
– “444 1 788 PTT Çağrı Merkezi” nden PTT ile ilgili herhangi bir konuda bilgi alabilir, talep ve önerilerinizi iletebilirsiniz.
-Filateli abonesi olabileceğiniz gibi aşağıda belirtilen tarih ve yerlerde gerçekleştirilecek Pul Sergilerimizi ziyaret edebilirsiniz. Bu konuda www.ptt.gov.tr adresinden ve filateli@ptt.gov.tr adresinden bize ulaşabilirsiniz.
PTT’nin Tüm hizmetleri için ayrıntılı bilgiyi www.ptt.gov.tr adresinde bulabilirsiniz.
Perpa PTT Şubesinden Tüm Posta işlemlerini, bankacılık, lojistik ve kargo işlemlerini yapabilirsiniz.
PERPA BANKALAR
KARGO NAKLİYAT FİRMALARI
PERPA FİRMALARI
PERPA FACEBOOK
PERPA TİCARET MERKEZİ
PERPA İLETİŞİM
Kötü Nefesten Kurtulmanın 6 Yolu
/0 Yorumlar/in Haberler /tarafından sivaslioglu-perpaKötü Nefesten Kurtulmanın 6 Yolu
Kötü Nefesten Kurtulmanın 6 Yolu
Ağızdaki bakterilerden ve kötü nefesten kurtulmanın 6 yolu
Ağız kokusunu gidermenin 6 pratik yolu
Yapılan bir araştırmaya göre, insanların % 35 ila %45’i kötü nefes kokusuyla mücadele ediyor. Ve her yıl ağız hijyeni ürünlerine yaklaşık olarak 10 milyar dolar harcanıyor. Ancak evdeki malzemeleri kullanarak da ağız kokusundan kurtulabilirsiniz.
Ağızdaki bakterilerden ve kötü nefesten kurtulmanın 6 yolu
a. Doğal ağız gargaraları ve nefes tazeleyiciler kullanın.
Nane yaprakları, kötü nefese karşı savaşır ve ağzınızı ferahlatır. * Karanfil, kakule ve rezene tohumu gibi baharatlar, ağız kokusuyla savaşmak için mükemmeldir. * Karbonat, hali hazırda temin edilebilen başka bir doğal gargaradır. Birdak suyun içine bir çay kaşığı karbonatı koyun ve gargara yapın. Alternatif olarak, ıslak diş fırçanızı karbonata batırıp dişlerinizi temizleyebilirsiniz. * Çemen otu yaprakları ile yapılan çay, antibakteriyel bir ağız spreyidir. Günde bir bardak içebilirsiniz.
b. Günde en az 2 litre su tüketin.
Su içmenin sağlığa birçok yararı vardır ve kötü nefeslerden kaçınmak bunlardan sadece bir tanesidir. Tükürük bakteri oluşumunu önler. Ağızdaki yetersiz nem ağız kokusuna neden olabilir.
c. Dilinizi kazıyın.
Diliniz kokulu bakteri için bir üreme alanı olabilir. Dişlerinizi fırçaladıktan sonra, bir dil kazıyıcı kullanabilirsiniz.
ç.Dişlerinizi günde iki kez fırçalayın, bir kez diş ipi kullanın.
Dişlerinizi günde 2 kez 2 dakika, diş ipini de en az bir kez kullanın. Yapılan bir çalışma kadınların sadece %55’inden azının günde iki kez fırçaladığını, erkeklerin ise oranının %49 daha düşük olduğunu gösteriyor. Fırçalama ve diş ipi kullanmak dişte biriken yiyecekleri ve kokuya neden olan bakterileri temizler.
d.Sağlıklı diş etleri için.
Bakteriler diş tabanlarında birikir ve koku oluştururlar. Diş etlerini sağlıklı tutmak için, florür içeren bir diş macunu kullanın. Sigara içmek bağışıklık sisteminizi zayıflatır ve diş etlerinin hasar gördükten sonra iyileşmesini daha da zorlaştırır.
e. Meyve kabuğu çiğneyin.
Limon veya portakal kabuğu çiğneyin. Bu, nefesinize sadece bir tazelik hissi vermekle kalmayacak, aynı zamanda içindeki sitrik asit diş çürümesine neden olan plak asitlerine karşı doğal olarak daha fazla salya üretmeye teşvik edecektir.
PERPA HABERLERİ
PERPA HABER ANA SAYFA
PERPA İLETİŞİM
Arı Sevgi Elçisi
/0 Yorumlar/in Haberler /tarafından sivaslioglu-perpaArı Sevgi Elçisi
Türkiye’nin Arı Sevgi Elçisi. Arılar için konuşan ve koşan Yonca Tokbaş: Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun Arı Sevgisi Elçisi olmak istiyorum.
BUGÜN yine o gün… Yürünmemiş yollarda yürüyen kadınların günü. Yaratıcı, meraklı, önyargısız, algıları ultra açık kadınların günü. Ve tutturuk. İşte Yonca Tokbaş onlardan biri.Kafayı arılara takmış vaziyette. Yonca, bir hayata 4 ömür sığdırabilen arkadaşım. Arı gibi çalışkan, hızlı, üretken ve çok yönlü. Kendisinden başka canlıları koruma, canına can katma bilinci çok gelişmiş biri.
Türkiye’nin maraton koşan ilk ve tek köşeyazarı. Çok renkli bir kişilik. “Global” ve “dünya vatandaşı” terimlerinin tam karşılığı. İnanılmaz bir enerjisi vardır, susmaz, gerçekten her şeyi bilir. İlaç prospektüsü gibidir. Ve sağlam kızdır, harbidir. Senelerdir koşuyor. Son dönemlerde arılar için de koşuyor. Ve her fırsatta, her yerde arıları anlatıyor. O, arı sevgisini Debra Roberts’dan öğrendi. Roberts, arılara gönül vermiş müthiş bir kadın. “Debra bana el verdi, ben de aldım!” diyor. Söz, Yonca Tokbaş’ta…
– Yoncacım seni yakaladım, arıları soracağım…
Yaşasın! En sevdiğim konu, hadi sor, sor…
– Bizim “arı sevgimiz” pek gelişmiş değil… Neden?
Çünkü korkuyoruz! İnsan tanımadığı, bilmediği, üstelik çocukluğundan itibaren etrafında herkesin korkuyla yaklaştığı, öldürmek için uğraştığı bir varlıktan korkar! Biz arıların varlık sebebini bilmiyoruz. Onları tanımıyoruz. Anlamıyoruz. Merak da etmemişiz. Neden sürekli tepemde vızıldayıp duruyorlar? Ne işe yarar bu can?
– Sahi, ne işe yarar arılar?
Arılar olmasaydı ne sen, ne ben, ne çocuklarımız, ne de geleceğimiz olurdu! O kadar ciddi bir varlık sebepleri var. Arılar yoksa, hayat yok!
– Vayyyy! Arıların ateş böceklerinden, kelebeklerden ve diğer uçanlardan farkı ne peki?
Tozlanmaya katkı sağlıyorlar. Yani bütün -bak bütün diyorum- besin kaynaklarımızın özünde, arıların emeği var. Yüzde 90 diyeyim daha kesin bir rakam olsun. Bugün ne yiyorsan, hatta ne içiyorsan arılar sayesinde onlar sofranda! Arılar olmadan olanlar da kimyasallar ve genetiğiyle oynanmış tohumlar, hormonlarla sofranda.
– Desene, arıların değerini bilmiyoruz biz…
Bu konuda sadece biz değil, bütün dünya eksik ve hatalı! Ama önemli olan hatanın bir yerinden dönmeye başlamak. Düşünsene, domates, salatalık, limon, portakal, muz, çilek artık aklına hangi meyve ve sebze geliyorsa, her birini hayata getiren arılar. Onlara hayat veriyorlar! Mesela domates çiçek açtığında sadece arıların bildiği bir zaman var. O zamanda arı geliyor, domatesin çiçeğine oturuyor ve yine sadece arıların bildiği bir “si” tonunda başlıyor vızıldamaya. Ne kadar zaman vızıldayıp, o çiçeği nasıl bir hızda titretmesi gerektiğini de bilen yine arı! İşte domatesin çiçeği üzerine ancak o arı konduğunda yerini domatese bırakıyor! Yoksa düşüyor ya da üzerinde kuruyor, domates olamıyor.
– Büyülü bir şey bu anlattığın…
Ben de çok etkileniyorum. Bu yüzden doğal domates üretimi için Çin’de “domates vibratörleri” yapılmış, düşün! İşçiler domatesin çiçeğine arı vızıltısı ve titreşimi veriyor, sadece bir tane üretsin diye. Çok çok acayip değil mi? Arı olmazsa badem yiyemezsin mesela. Bademin tek varlık sebebi arı! Yoksa kimyasala, hormona, ilaca mahkûmsun. Bu da şu demek: Arıyı kimyasallarla, ilaçlamayla hasta ettiğin şekilde sen de hastalanıyorsun. O yüzden onları hasta etmeyeceğimiz bir yol bulmalı…
Arılar için konuşan ve koşan Yonca Tokbaş: Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun Arı Sevgisi Elçisi olmak istiyorum
Arı yoksa hayat yok! 4 yıllık ömrümüz kalır!
– Şu anda yeryüzünde tek bir arı bile olmasa bu bizim hayatımızda ne tür bir değişikliğe yol açar?
4 yıllık ömrümüz kalır!
– Oha!
Valla. Üstelik bunu ben değil, Albert Einstein söylemiş. Dediği cümle aynen şu: “Arılar bu hızla ölmeye devam ederse insanlığın yaşayacak 4 yıl ömrü kalır!” Besin kaynaklarımız tükenirse birbirimizi yeriz. O kadar önemli, o kadar ciddi. Bak, biz burada konuşurken bulunduğumuz ortamda eminim en az trilyon arı çalışmakta. Bu arıların yaptığı seri üretimi ne sen, ne ben, ne koca dünya orduları birleşse bu hızda yapamaz. Ayrıca bu kadar korktuğumuz arıların harbiden bize bir gıcığı olsa, karar verip “Saldıracağız!” deseler, zaten inan bitmiştik! Tek dertleri var onların, güneşin doğuşundan batışına çalışıp bütün dünyaya hayat vermek, besin kaynaklarını var etmek…
– Arılar yoksa devam edebilecek tek bir besin bile yok mu?
Var. Sadece patates! Ama patatesle bir ömür geçmez!
Türkiye’de insanlar böcek ilacı bağımlısı olmuş!
– Peki, artık yavaştan bir “farkındalık” söz konusu mu?
Evet. Amerika’da ve Avrupa’da bu konuda çok ciddi adımlar atıldı. Arıları koruma amaçlı yasalar çıktı. Böcek ve tarım ilaçlarının içinden ‘neonikotinoid’ denilen maddenin çıkartılmasına, asla kullanılmamasına karar verildi. Şöyle anlatayım: Arılar da can. Senin, benim gibi onların da kendi sağlık sorunları var. Grip oluyorlar, hastalanıyorlar ve bunlarla başetmeye çalışırken biz, insan denen en yok edici yaratık, gidip zamanlı-zamansız, bilinçli-bilinçsiz sürekli tepelerine ilaç sıkıyoruz. Öldürmek için savaş açıyoruz. Ve milyonlarca arı aynı anda ölüveriyor. Oysa o ilaçlamaya hiç ihtiyacımız yok. Bıraksak da arılar bizim doğamızı yeşertse, bereketlendirse… “Hızlı yeşerteceğim, çiçek açtıracağım, bir günde domatesi kafam kadar büyüteceğim!” diye açgözlülük yaparken hızla ölüme yaklaşıyoruz aslında!
– Yani kendi elimizle kendi hayatımızın sonunu getiriyoruz…
Aynen öyle! Benim gördüğüm, Türkiye’de insanlar böcek ilacı bağımlısı olmuş. Ben kokudan duramıyorum. O, “Bir şey olmaz zararı yok!” diyor. O kadar alışılmış o kokuya. Alıp içelim o zaman! Ya da parfüm diye sıkalım! İçindeki o neonikotinoid canımıza, sağlığımıza, toprağa, besine, arıya, hayata kastediyor! Acilen Türkiye’de de yasaklanmalı! Avrupa, Amerika, Avusturalya, Yeni Zelanda bu konuda çok ciddi önlemler aldı. Her yerde alınmazsa vay halimize! Ne olur, her türlü ilaçlamadan ve kimyasaldan uzak duralım…
Arılar için konuşan ve koşan Yonca Tokbaş: Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun Arı Sevgisi Elçisi olmak istiyorum
Dünyayı kurtaracak toprağa ve arıya sahip bir ülkeyiz!
– Gelelim Anadolu’ya… Anadolu’nun arı kolonileri açısından önemi ne?
“Anadolu Arıları” benim projemin adı. Anadolu’nun arıları, dünyada her şeye rağmen sağlıklı kalabilmiş en kalabalık arı kolonileri. Bombus arılarımız kaçak olarak Kore’ye gönderiliyor. Kimsede bizimki gibi arı yok. Müthiş bir nesil. Dahası Anadolu, dünyanın en değişik, en çeşitli, en bereketli çiçek-bitki örtüsüne sahip. Anadolu her anlamda hayatın kalbi, anası. Dünyayı kurtaracak toprağa ve arıya sahip bir ülkeyiz. Kimse çıkıp bizim nelerimiz ne kadar iyi anlatmıyor. Bu verdiğim bilgiyi de ben Amerika’dan Debra Roberts’dan öğrendiğimde şok olmuştum. “Türkiye” demişti, “Arılar konusunda, arıların yaşamı için dünyanın en bereketli toprağı!” Ne olur bunun farkına varalım, kıymetini bilelim…
Biz her gün milyonlarca arının emeğini çöpe atıyoruz
“EVET, bal çok önemli bir besin. Şifa. Derman. İlaç. Ama arı yoksa bal da yok. İlk öncelik arı. Arı. Arı. Bal, arılar için de kendi öz besin kaynakları. Isınmak için ihtiyaçları var kovanda. Yani kovancı bütün balı alırsa arılar yine ölür. Sırf bal için arıdan olmak, kendini kalbinden vurup öldürmek! Ayrıca yeri gelmişken, bir tek arının bütün ömrünce güneşin doğuşundan batışına kadar on binlerce çiçek, binlerce kilometre katederek elde ettiği bal, bir çay kaşığının bir bölü 12’si kadar. Bir gıdım yani! Düşünsene, insanlar tabaklarına kovayla bal alıp, yemeyip bırakıyor. O tabağın kenarında kalan, kaşıkla lavaboda yıkanan bal binlerce arının ömürlük emeği! Ben alsam, senin ömrünün emeğini lavaboda yıkasam, çöpe atsam ne hissedersin? Biz her gün milyonlarca arının emeğini çöpe atıyoruz!”
Arılar için konuşan ve koşan Yonca Tokbaş: Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun Arı Sevgisi Elçisi olmak istiyorum
En büyük hayalim Türkiye ve Ortadoğu’nun arı sevgisi elçisi olmak
– “Arı dostu” şehirler mi var dünyada?
Var. New York, Berlin, Paris. Bunlara her gün ekleniyor. Restoranlar, oteller var bu konuda çok ciddi farkındalık yaratan. Bu şehirlerde neonikotinoid kullanılmıyor. Belediyeler öyle kafalarına göre “Ay bu ne güzel çiçek!” diye dikim yapmıyorlar. Arılara besin kaynağı olacak bitkiler, çiçekler ekiyorlar. Parklarda arı otelleri var, konaklayabilsinler diye. Gökdelenlerde, evlerin balkonlarında kovana izin veriliyor. Paris belediye binasının tepesinde kovan var. Bal alındığında -arılara kalacak miktar bırakılıp- gerisi halka bedava veriliyor. Kırsal kesimlerde hunharca arı katliamına neden olan kimyasal ilaçlamalar yüzünden şehirler arılara sığınak oldu…
– Sen bunu herkese anlatabilmek için neler yapıyorsun?
Konuşmalar yapıyorum. Şirketlere, üniversitelere, kişilere, kurumlara… Instagram hesabımda, dost sohbetlerinde hep “arı sevgisi” anlatıyorum. Ayrıca “Anadolu Arıları – Arı Sevgisi” diye bir proje başlattım. TOG ile gençlere “Arı Sevgisi Eğitimi” veriyoruz. Gençler yeni projeler üretip, yerelde kendi projelerini anlatıp çoğaltıyorlar. Bugüne kadar 26 ilde inanılmaz işler başardılar. İlkokullara arı sevgisini anlatacak piyesler yazdılar, belediyelerin dikim yaptığı bitki ve ağaçları arıların sevdikleriyle değiştirdiler, çiftçilerle bilinçlendirme sohbetleri gerçekleştirdiler, ailede eskiden yapılan kovancılığa dönen bile oldu…
– Bir de koşuyorsun sen…
Evet, maraton koşup “Adım Adım” bünyesinde bağış topluyorum ki eğitimlere devam edebilelim. En çok istediğim daha çok fon sağlayabilmek için daha çok konuşmalar ve eğitimler düzenlemek. Yani, şirketler gelse ben her birinin ucunu bağlarım arılara… Arılar kadar çalışkan, sürdürülebilir, yeşil, enerji tasarruflu, hem kendinin hem bütünün hayrına çalışan başka hangi canlı var ki? TEGV ile de çalışmaya başlıyoruz şimdi… En büyük hayalim “Ortadoğu ve Türkiye’nin Arı Sevgisi Elçisi” olmak!
Arılar için konuşan ve koşan Yonca Tokbaş: Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun Arı Sevgisi Elçisi olmak istiyorum
Peki, biz bireysel olarak ne yapabiliriz? Baygın arı nasıl hayata döndürülür?
– Peki, biz oturduğumuz yerden bir şey yapabilir miyiz?
Bir arı dengesiz bir şekilde uçup duruyorsa ya susuz ya aç ya da ilaçlama yüzünden yerini yurdunu bulamayacak haldedir… Öldü ölecek. Seni sokası yok yani. Çaresiz o, çaresiz! Acı çekiyor. Veya baktın baygın yatıyor yerde. Hemen bir çay kaşığına bal sür. Arıya götür. O balı emer, emer, sana bakıp teşekkür eder ve uçar gider. Bir başka yapabileceğin şey de bahçeye, balkona bir tas su koy. İçinde de taşlar olsun. Arılar oturup rahat su içebilsin. Yoksa, koca suyun içinde boğuluyorlar. Dünyanın her yerindeki takipçilerden, her gün yüzlerce mesaj geliyor: “Yonca bugün bir arıya su verdim, bal verdim uçtu gitti, canını kurtardım!” diye. Ben de mutluluktan uçuyorum! Arıların sevdiği bitkileri de dikebilirsiniz. Fesleğen, reyhan, lavanta, adaçayı, kekik, rezene, nergis, sardunya, yonca… Ve lütfen ama lütfen, her türlü kimyasalı çıkaralım hayatımızdan! İnanmayın “Sağlığa zararsız!” diyenlere, zararlı!
Hürriyet / Ayşe Arman
Geleceğin Meslekleri İçin Sahip Olmanız Gereken 5 Süper Yetenek
/0 Yorumlar/in Haberler /tarafından sivaslioglu-perpaGeleceğin Meslekleri İçin Sahip Olmanız Gereken 5 Süper Yetenek
Geleceğin meslekleri
İş dünyası değişiyor, ayakta kalabilmek için muhtemelen üniversitede öğrenemeyeceğiniz bazı becerilere sahip olmanız gerekir.
İş tanımınız son 5 yılda oldukça değişti veya şu an sahip olduğunuz meslek, belki de kısa bir süre önce yoktu. Gelecek Enstitüsü’ne (Institute for the Future-IFTF) göre günümüzün ve geleceğin iş yerleri, teknoloji, ekonomi, çevre ve politikadan dolayı oldukça farklı bir hal aldı.
Yetenek yönetimi yazılımı ve sistem sağlayıcısı olan, Gelecek Enstitüsü ile geleceğin becerileri üzerine çalışmalar yapan Cornerstone’un CEO’su Adam Miller, gelişmekte olan iş yerlerinin becerileri bölüştürdüğünü söylüyor ve ekliyor:
“Yüksek becerileri nispeten az barındıran çok büyük bir iş grubumuz var ve bu işlerin birçoğu, gelecekte otomatik hale getirilecek. Diğer taraftan, yüksek teknik beceri gerektiren işlerin önü oldukça açık çünkü bu becerilere sahip yeterince insan yok. Çalışanlar farkında olmasa da, sahip oldukları becerilerin ömrü artık eskisinin yarısı kadar.”
Gelecek Enstitüsü’ne göre, rekabet etmek ve pazarda sağlam bir yere tutunmak istiyorsanız, 5 “süper beceri” konusunda uzman olmalısınız:
1) Geleceğin Meslekleri için Kişisel Marka
Geleceğin meslekleri
Geleceğin Meslekleri İçin Sahip Olmanız Gereken 5 Süper Yetenek
Başarılı olmak, kendinizi diğerlerinden ayıracak özelliklere sahip olmak demektir. Gelecek Enstitüsü’ne göre, kim olduğunuz ve kim olmak istediğinizi tanımlayan kişisel bir markaya ihtiyacınız olacaktır. Bunun için, devamlı bir itibar ve güven oluşturmanız gerekir. Purdue University Global’ın kariyer hizmetleri başkan yardımcısı Jennifer Lasater, kendinizle ilgili oluşturduğunuz izlenimin, kültürüne en uygun olduğunuz işyerini bulmak ve iş arkadaşlarınıza, müşterilerinize ve yöneticinize güven duymanız için çok önemli olduğunu söylüyor.
Sosyal medya varlığınızı ve e-posta adınızı düzenlemek gibi temel adımlarla başlayın. “Görünümünüzün profesyonel, parlak ve ilgilendiğiniz bir organizasyon için uygun olduğundan emin olun.” diyor Jennifer Lasater. Aynı zamanda, bir mentor, danışman veya güvendiğiniz bir arkadaşınızın görünümünüz hakkında vereceği samimi bir geri bildirimin size yardımcı olabileceğini de ekliyor.
London Business School’daki örgütsel davranış profesörlerinden Tammy Erickson ise bu konudaki fikirlerini şöyle bildiriyor:
“Kişisel bir marka oluşturmak, başarılarınızın ve özelliklerinizin farkında olmayı da içerir. Ben onlara ‘rozetler’ diyorum. Bunlar, itibar portföyünüzü oluşturan beceriler. Bu beceriler, finansal bir sihirbaz, güvenilir veya yaratıcı olmanız olabilir. Bunları, geleneksel akademisyenlerin fark edemediği, daha yumuşak, daha niteliksel becerilerle harmanlamalısınız.”
2) Geleceğin Meslekleri için Dijital Kıvraklık
Geleceğin meslekleri
Geleceğin Meslekleri İçin Sahip Olmanız Gereken 5 Süper Yetenek
Miller, dijital dönüşümün her sektörü etkilediğini ve “makine” ile arkadaşlık kurabilmenin en önemli 5 beceriden biri olduğunu söylüyor. “Teknoloji bir yere gitmiyor ve bir bölüm haline geliyor. Şimdi, bütün dünya, teknoloji dünyası.” diye ekliyor.
İnsanlar, robotlar ve botlardan oluşan ekiplerin nasıl bir araya getirileceğini ve nasıl bir arada çalıştırılacağını bilmeniz gerekiyor. Gelecek Enstitüsü’ne göre, yapay zeka asistanlarınız size kolaylık ve verim vaat edecektir ancak daha fazlasını yapmak ve daha önce yapamadığınız şeyleri başarmak için onların zekasına nasıl dokunacağınızı bilmeniz gerekiyor.
Çalışan değerlendirme çözümleri sağlayıcısı Caliper’ın organizasyonel gelişimden sorumlu başkan yardımcısı George Brough, teknolojiyi ve makineleri benimseyebilme yeteneğinin işlerin yapılabilme yeteneğiyle ilgili olduğunu söylüyor. Brough, gerekli araçları, nasıl kullanılacağını ve hangi durumda hangisinin kullanılacağını bilmenin önemli olduğunu düşünüyor ve bunun için de yeni beceriler edinmek, eksik olduğunuz konularda insanlarla ve makinelerle işbirliği içinde olmak gerektiğini de söylüyor.
3) Network Sahibi Olmak
Ekonomi, iş ve kitle kaynak kullanımı ile birlikte ilerledikçe, kişisel bir beceri grubuna ait olmanız önemli hale gelmektedir. Gelecek Enstitüsü’ne göre, açık, özel veya kamu malları gibi ticaretin birçok farklı türüne hakim olmalısınız ve dünyadaki şekiller değiştikçe, istediğiniz şekillendirmeleri yapmanız için bir tasarımcı gibi düşünmeniz gerekiyor.
Pace Üniversitesi Kariyer Hizmetleri Departmanı müdür yardımcısı Jim Davis, “Bu ortamda kariyer yapmak ve finansal istikrarı korumak için kişisel çevrenize güvenmek önemli bir faktör ve network oluşturmanın yeni bir pozisyon veya iş bulmak için en etkili yol olduğu birçok kez kanıtlanmıştır.” diyor.
Bunu anlamak ve kariyeriniz boyunca network oluşturmak ve networkünüzü geliştirmek için zaman ayırmak, kariyer değişikliği yapma zamanınız geldiğinde, fırsatların ortaya çıkmasına yardımcı olacaktır.
4) Karmaşıklığı Anlamlandırabilmek
Geleceğin Meslekleri İçin Sahip Olmanız Gereken 5 Süper Yetenek
Karmaşıklık, kaos gibi görünebilir ama Gelecek Enstitüsü’ne göre, yeni yollar çizmek için noktaları birleştirmeniz gerekir. Miller, uyum sağlayabilir olmanın, değişime ayak uydurmanızı kolaylaştıracağını ve sahip olmanız gereken yeni yetenekleri kabul etmeniz gerektiğini söylüyor. Değişim konusunda rahat olmalısınız ve yeni beceriler geliştirmeye istekli olmalısınız.
Yönetici Geliştirme Danışmanlığı firması olan Executive Development Associates’in Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Bonnie Hagemann, değişime açık olmanın, büyüme fırsatları aramanıza yardımcı olacağını söylüyor ve en iyi büyüme fırsatının, yalnızca bir üste ilerlemek değil, başka bir rol ya da projede olabileceğini de hatırlatıyor. Aynı zamanda Hagemann, “Bazen yeni bir beceri öğrenmek için bir geri adım atarsınız ve sonra yeniden yükselirsiniz. Kariyer örgüsü yerine, kariyer basamaklarını düşünün.” diye ekliyor.
5) Esnek Olmak
Geleceğin Meslekleri İçin Sahip Olmanız Gereken 5 Süper Yetenek
Kişisel yaşamınızda, esnek olmak genellikle sorunları ve engelleri aşmakla ilgilidir. Charlotte Üniversitesi, Indiana Üniversitesi İşletme Fakültesi’ndeki işletme ve ticaret hukuku profesörü Charlotte Westerhaus-Renfrow, “Bir iş ortamında esnek olmak, engelleri, çözümlere ve fırsatlara çevirmenize yardımcı olur. Bunu yapan çalışanlar çok değerli olur çünkü böylece işyerinde yenilik kültürünü hızlandırırlar. Dönüşüm yapamayan şirketler esnek olmadıkları için başarılı olamazlar.” diyor.
Westerhaus-Renfrow, esnekliği geliştirmenin en iyi yollarından birinin, olumsuz durumları, herhangi bir durumdaki olumlu olasılıklar üzerinde büyük bir etki oluşturmaya odaklamak olduğunu söylüyor, “Kendinizi, destek ve rehberlik edebilecek esnek insanlarla çevreleyin. Esnek insanlar, ilham vermeye ve uyumlu insanlar oluşturmaya eğilimlidir.”
Lasater’a göre, esneklik, herhangi bir meslekte herkes için en önemli özelliktir. “Gerilimler, problemler ve kişisel sorunlar dikkati dağıtıcı ve bunaltıcı olabilir, ancak her seferinde yükselmeyi bilen insanlar harika şeyler yapar” diyor. Lasater, “Bunun için kısa ya da hızlı bir yol yok; eğer yeterince istiyorsanız, ona karşı çalışmaya devam etmelisiniz. ” diye ekliyor.
Elif Özçakmak
İTÜ – İşletme Mühendisliği | Editör @ceotudent
PERPA HABERLERİ PERPA ANA SAYFA PERPA İLETİŞİM ELEKTRİK MALZEMELERİ
By Rambo Telsiz Telefon Victorinox Pil Radyo
/13 Yorumlar/in Tüketici Elektroniği /tarafından sivaslioglu-perpaAB Havayı suyu da temizler Volkan Bozkır
/0 Yorumlar/in Haberler, Volkan Bozkır /tarafından sivaslioglu-perpaAB Havayı suyu da temizler
AB Havayı suyu da temizler
AB ile atılım sürecini ileriye taşımak amacıyla kurulan Reform Eylem Grubu üç yıl sonra ilk kez toplandı. Amaç: ilişkileri yeniden canlandıracak yol haritasını belirlemek. Peki ne oldu da Türkiye, yüzünü yeniden AB’ye çevirdi? Türkiye hangi adımları atacak? Yargı, insan hakları, ekonomi bu süreçten nasıl etkilenecek? Grubun isim babası, eski AB Bakanı ve TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Volkan Bozkır’la röportaj yapan Hürriyet‘ten İpek Özbey AB ve Türkiye’nin son durumunu konuştu.
AB Havayı suyu da temizler
TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Volkan Bozkır: AB havayı da suyu da temizlerABD ile ilişkiler gerilince, yüzümüzü AB’ye mi çevirdik? Nasıl oldu da üç yıl aradan sonra yeniden gündem AB?
Maalesef ABD’nin yeni yönetiminden kaynaklanan çok enteresan bir rüzgâr esiyor. Bu rüzgâr 45 yıllık diplomatik yaşamımda görmediğim bir tarzda yönetiliyor. Neticede ABD güçlü bir ülke. Kendine yetecek kaynakları var. Bütün ülkeler bu çıkar ilişkisinde, kendini koruma ve yeni düzenle bir şekilde yaşayabilme arayışı içindeler. Konjonktür bir bakıma Avrupa Birliği ile Türkiye’yi birbirine itiyor. Tek taraflı olarak “Ben AB ilişkisini sürdüreceğim” ya da “Düzelteceğim” dediğinizde bunu tek başına yapamazsınız. Karşı taraftan mutlaka bir mesaj almanız lazım. Avrupa’dan Türkiye’ye bir mesaj geldi.
AB Havayı suyu da temizler
Yeniden adım atmaya bu mesaj mı vesile oldu?
Hayır, biz zaten ilişkiyi hiç kesmedik. Türkiye tarafında hiçbir zaman bir sıkıntı olmadı ve bu ilişkiyi hiçbir zaman sadece “Üye olayım, bütün menfaatlerinden yararlanayım” algısıyla yürütmedi. Bu ilişki sayesinde Türkiye’de çok önemli reformlar gerçekleşti. Bu reformlar için çaba sarf etmenin altında AB’ye üye olmaktan çok, Türk insanının günlük yaşamında göstereceği pozitif etki vardı. Darbe teşebbüsünden sonra ortaya çıkan OHAL’in kaldırılmasıyla yeni bir düzene geçiyoruz. Gerçekten önemli bir eşikteyiz. Bu gelişmeler olurken, AB ile ilişki içinde olmamız fevkalade önemlidir.
AB’den nasıl bir mesaj aldınız?
Türkiye için kalp kırıklığı yaratan nokta, vize muafiyeti sürecinde son aşamaya kadar gelmişken Avrupa Birliği tarafından Türkiye’nin o günkü şartlarda yerine getirmesi mümkün olmayan bir şartın ortaya atılmasıydı: Terörle Mücadele Yasası’nda değişiklik! Bugün belli ölçülerde değişiklik yapılabilir ama o gün hiçbir şekilde yapılamazdı. O günlerde çok değişik yerlerde Türkiye’de bombalı saldırılar olmuş, onlarca insanımızı yitirmişiz, terör tehdidi en üst noktasına çıkmıştı. Siyasi olarak Türkiye’nin o günkü çıkarları bakımından öyle bir değişikliği ağza almak bile mümkün değildi. Ben o akşam Avrupa Birliği Bakanı olarak bir şey teklif ettim.
Anlatır mısınız?
Şöyle konuştum: “Öyle bir şey buldunuz ki, her şey mümkün, ancak bunu şu anda yapamayız. Ama biz size ‘gelecek sene bunu gözden geçireceğiz’ diye hükümet olarak bir garanti verelim. Veya Türkiye müzakerelere başlayacakken nasıl ‘Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni yeterince yerine getirdiniz’ dediniz ve biz müzakerelere başladıysak, burada da şöyle deyin: ‘Türkiye bu vize kalkmasıyla ilgili 72 kriteri yeterince yerine getirmiştir, geri kalanlarla ilgili çalışmalar sürdürülecektir, iyi yolda gidilmektedir.’ Bunu kesmeyin.” Yapmadılar. Türkiye’de çok büyük hayal kırıklığı yaşandı. Arkasından bazı ülkeler Türkiye’yi rencide edecek demeçler verdi. 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında yaklaşık 50 gün AB’den hiçbir liderin Türkiye’ye gelmemiş olması, bizim bu kalp kırıklığımızı daha da arttırdı. Türkiye haklıdır, gocunacak bir şey yoktur. Çünkü 15 Temmuz’dan önceki dönemde Alman Şansölyesi sekiz ayda beş kere Türkiye’ye gelmişti, AB komisyon başkanı da öyle. O zaman mülteci akını korkuları vardı. “Ağustos tatildi” dediler, yok öyle bir şey. Atlarsın uçağa gelirsin, “Sizinle beraberiz, demokrasiye olan bu saldırıyı kabul etmiyoruz” diyebilirlerdi. Demediler ve bu her iki tarafın da adım atmadığı bir tabloya dönüştü. Bazı ülkelerde Türkiye ve İslam düşmanlığını savunarak iktidara gelen hükümetler oldu. Ama en son Varna zirvesi önemli bir aşamaydı ve oradan itibaren değişik adımlar atılıyor. Son olarak da ABD’nin tavrı, iki tarafın birbirine yakınlaşmasını hızlandırdı. En büyük sıkıntı, yüz yüze görüşmediğiniz, basın üzerinden mesaj verdiğiniz zaman ortaya çıkıyor. Bütün ülkelerin böyle bir sorunu var. Bir ülkenin başkanı içinde bulunduğu siyasi ortamı etkilemeye yönelik bir mesaj veriyor.
Orada Türkiye’yi de kullanıyor ama aslında o mesaj Türkiye’ye değil, kendi seçmenine…
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’u mu kastediyorsunuz?
Sadece Macron değil. Almanya, Hollanda, İsveç’te de oldu. O zaman biz de cevap vermek zorunda hissediyoruz. O da bizim iç politikamızda gerek duyulan bir cevap oluyor. Halbuki yüz yüze olduğunuzda bir çok konuyu konuşabiliyorsunuz. Profesyonel, aklıselim sahibi kişiler arasında konuştuğunuz zaman da sorunu çözebiliyorsunuz. Paylaşılabilir noktaya gelinceye kadar kamuoyuyla her şeyi paylaşmak zorunda da değilsiniz. Ben her zaman bir diplomat olarak üç kelimeye çok önem verdim. ‘Mahremiyet, ketumiyet ve müphemiyet’… Müphemiyet şudur: Hiçbir şeyi tam olarak ifade etmezsiniz. Bir yerlerde esneklik bırakırsınız ki, sonraki aşamalarda o esneklik bölümünden yararlanırsınız. Profesyoneller arasında yüz yüze konuştuğunuzda bu üç kelimenin etkisiyle sonuca doğru gidebilirsiniz. Ama bir basın toplantısında açıklama yaptığınızda üçü de yoktur. Şimdi bu anlayış içinde, Hollanda örneğinde olduğu gibi ilişkilerimizde sıkıntı yaşadığımız bazı AB ülkeleri ile de olumlu noktaya doğru ilerliyoruz.
AK Parti Avrupa Birliği’ni “Cumhuriyet’ten sonra Türkiye’nin en büyük medeniyet projesi” olarak görüyordu. Ama o çok başarılı müzakere süreci, sonunda “Haçlı ittifakı” söylemine kadar gitti… Biz nerede hata yaptık, AB nerede?
18 yıldır, AB Genel Sekreteri Yardımcısı, Dışişleri Bakanlığı AB den sorumlu Müsteşar Yardımcısı, Brüksel’de ülkemizin AB Daimi Temsilcisi, AB Genel Sekreteri ve son 7 senedir de AB Bakanı ve TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı olarak, AB ile ilişkilerimiz konusunda üst düzey görev almış bir konumdayım. Türkiye’deki reformlar konusundaki çalışmalarda, uzun bir dönem, aslında asker-sivil dengesi tam olarak tesis edilmediği için, Genelkurmay Başkanlığı ve o zamanki MGK Genel Sekreterliği’ni ikna etme zorunluluğu vardı. O zaman kimse de oralara gitmeye, generallerle konuşmaya cesaret edemiyordu. Bu görevi sürekli üstlendim. AK Parti 3 Kasım 2002’de iktidara geldi, Cumhurbaşkanımız, o zaman Genel Başkan olarak neredeyse ilk toplantısını 6 Kasım’da Dışişleri ve AB Genel Sekreterliği’yle yaptı. Gerçekten AK Parti reformlara ve AB’ye yürekten inanmış bir parti olarak iktidara geldi. Ve Cumhurbaşkanımızın önderlik ettiği kararlı çabalarla, Türkiye’nin müzakerelere başlayabileceği bir ortama geldik. 2004’te gerçekleşen 16-17 Aralık zirvesi aslında bir dönüm noktasıdır. Sabaha kadar yürüttüğümüz müzakereler sonrasında, 17 Aralık sabahında, Cumhurbaşkanımıza ( o zaman Başbakandı), AB Dönem Başkanı Hollanda Dışişleri Bakanı tarafından iletilen, müzakere tarihi verilmesini Kıbrıs’a bağlayan teklifi kabul etmedik. Cumhurbaşkanımız, Türkiye’ye dönme kararı aldı. O anda aklıselim sahibi Tony Blair, Schröder, Chirac gibi Avrupalı liderler bize tahsis edilen odaya geldiler. 3.5 saat süren pazarlıklar yapıldı. Türkiye’nin şartları kabul edildi, Kıbrıs bağlantısı kaldırıldı ve o sayede Türkiye’nin müzakerelere başlaması için bir tarih verildi. Buraya kadar kimsenin kırılganlığı yok.
Ve AB, müzakereler başlamadan önce Türkiye için şartları değiştirdi…
Eskiden açılış-kapanış kriterleri, 23 ve 24. fasıllar yoktu. Diğer ülkeler bütün fasılları aynı anda açtılar, kapattıklarını kapattılar, bazılarını tekrar açtılar, iki senede de üye oldular. Bu yeni düzen tamamen müzakereleri ülkemiz için zorlaştırma amacını taşıyordu. Biz itiraz edince ondan sonra müzakere edecek tüm ülkelere uygulamaya karar verdiler. Türkiye, bütün bu zorluklara rağmen çok iyi bir müzakere mekanizması kurdu. Bütün kötü şartlara rağmen iki senede müzakereleri tamamlayacağımız kanaatini AB’de uyandırdık. 2008’de konseyi topladılar, Kıbrıs’ı gerekçe gösterip, sekiz faslı açılamaz, tüm fasılları kapanamaz hale getirdiler. Ben o zaman Brüksel’de daimi temsilciydim. ABD dönüşü Cumhurbaşkanımız ile Brüksel’de havaalanında konuştuk. Değerlendirme sonucunda, Cumhurbaşkanımız, “Devam edeceğiz. Biz tüm fasılları Ankara’da açarız, Kopenhag kriterleri bundan sonra Ankara kriterleri olacak deriz!” dedi. Bence doğru bir adımdı. Bunları açmamız, kapamamız bize fayda sağlıyordu. Öyle devam etti.
Ama…
Yavaş yavaş başka sıkıntılar çıkarmaya başladılar. Fasıl açılışlarını senede bire, ikiye indirdiler. Sonunda fasıl açamaz hale geldik. Zirvelere liderlerimiz davet edilir, aile fotoğraflarında yer alırken birdenbire Sarkozy çıktı, “Türkiye bundan sonra gelmesin” dedi. Zirve fotoğraflarından çıkarıldık. Halkımıza bu durumu izah etmekte zorlandık. Görüleceği üzere, Türkiye’nin müzakerelerin ve ilişkilerin arzu edildiği gibi yürümemesinde gerçekten kabahati yok. Vize sürecinin akamete uğraması ve 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünden sonraki tutumları ise Türkiye’de tepkiye neden oldu.
Avrupa’nın sıkıntısı nedir?
İki nedeni var: AB altı ülkenin kurduğu bir sistemdir. BM Güvenlik Konseyi’nde nasıl kuruluşta savaşın galibi beş ülkeye veto hakkı verilmek suretiyle tüm BM sistemi kontrol altına alınmak istenmişse, burada da kurucuların kendini güvence altına alma saiki vardır. Şöyle ki, AB sisteminde her ülkenin bir oyu var gibi gözükse de ülkenin nüfusu ve yüzölçümüne göre belirlenen ağırlıklı oy dediğimiz bir sistem var. Almanya’nın, Fransa’nın 29 oyu, Hırvatistan’ın 10 oyu, GKRY’nin (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) 4 oyu var. 91 oyla herhangi bir kararı bloke edebiliyorsunuz. Bunu kararlaştırırken tabii Türkiye’nin bir gün üye olabileceğini düşünmüyorlardı. Şimdi, üye olduğu takdirde Türkiye’nin 29 oyu olacak. Parlamentoda 100 parlamenteri olacak. Karar mekanizmasını etkileyecek bir durum. Birincisi budur. İkinci husus, aslında Avrupa Birliği ülkelerinde çoğunluk AB’yi bir Hıristiyan Kulübü olarak görür. Bunu Avrupa Anayasası’na koymak için çok uğraştılar. Fakat AB içinden itirazlar geldi ve önlendi. Bugün anayasada yazmasa bile ana fikir budur. Bundan dolayı da Müslüman Türkiye’ye karşı genelde bir isteksizlik var.
Bunu aşmamız ihtimal dahilinde mi?
Burada mesele Türkiye’yi her alanda geliştirmek. Tabii ki stratejik hedef üyeliktir. Türkiye öyle gelişti ve gelişecek ki, AB’ye kesin üye olabileceğimiz bir noktaya geleceğiz ve orada Türkiye de bir karar verecek. Belki üye olmak istemeyecek. Bizim derdimiz bu hedefi stratejik bir hedef olarak önümüzde tutmak ve bunun doğru yol olduğuna inanmak, engelleri aşma gücünü göstermek…18 yılını bu işe vermiş biri olarak AB üyeliğinin Türkiye için iyi olacağını düşünüyorum. Ama AB’de öyle bir siyasi yapı var ki, bir ziyaret sırasında görüştüğümüz bir devlet başkanı “Siyasi irade olduğu zaman siz üç günde üye olursunuz. Yoksa senelerce domatesinizin ebadı AB’ye uymuyor diye oyalanırsınız” dedi. Hakikaten böyle bir sıkıntımız var. “Türkiye’yi hemen alalım” diyecek bir siyasi irade şu anda yok.
Şunu mu diyorsunuz: “Mesele AB’ye üye olmak ya da olmamak değil. Önemli olan AB üyesi olma yolunda ilerlemek…”Kastettiğiniz; insan hakları, yargı, terörle mücadelede atılacak adımlar mı?
Bakın AB üyeliği, NATO, ya da başka bir teşkilat üyeliği gibi değildir. AB’ye üye olduğunuzda günlük yaşamınız etkilenir. 80’li yıllarda Türkiye’de 20 civarında sivil toplum kuruluşu vardı, bugün 108 bin. Sivil toplum, demokrasinin temel direğidir. AB sürecinde bunlar gelişti. AİHM kararları ve sözleşmesi bizim hukuk sistemimizde artık yer bulmuştur. Hâkimler ve savcılar bunlara referanslar verirler. Son dönemde bir facia yaşadık, FETÖ hainlerinin yargıya, emniyete sızmalarıyla başka bir dünya oluştu. Hukuk sistemimiz bunlardan temizleniyor. Tekrar AİHM kararlarına atıfta bulunulmaya başlandı. İçeri sızmış hainler temizlendikten sonra yargı özgür kararlar vermeye başladı, daha da verecektir. İnsanlar bunu hissedecek. Demokrasi ve insan hakları değil sadece, insanımız soluduğu havanın, içtiği suyun daha temiz olduğunu görüyor. Gıda güvenliği, iş güvenliği gibi konularda AB müktesebatının yararlarının farkında…
Ankara’nın AB mesaisi Reform Eylem Grubu toplantısıyla başladı. Neler değişecek?
Bir kere esasen uygulanmakta olan “Yargı Reformu Stratejisi”nin güncellenmiş hali, bu yılsonundan önce yayınlanacak. Bu çok önemlidir. Özellikle FETÖ’nün yargı içindeki yapılanması nedeniyle birçok insanda yargıya güvensizlik oluştu. Bu stratejiyle yargıya güvenin artması ve Türk hukukunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla iç içe yürüdüğünün göstergesi olan bir strateji yayınlanacak. AB’nin Türk hukukuna güvenini arttıracak bir şey. Bir de vize serbestisi için kalan 6 kriterle ilgili çalışmaların nasıl yürütüleceği konusunda her bakanlık rol üstleniyor. Ayrıca AB müzakere sürecinin daha güçlendirilmesine dair siyasi kararlılığımızı ortaya koyan birçok adım da kararlaştırıldı…
Türkiye AB üyesi olsaydı; örneğin Osman Kavala ya da gazeteciler bugün cezaevinde miydi?
Maalesef Türkiye, çok büyük bir olumsuz kampanyayla karşı karşıya. Yaşananlar aslında birkaç misli katlanarak paylaşılıyor. Türkiye’nin iletişim kapasiteleri hasım gruplarla baş edecek noktaya getirilemedi. Örneğin… ABD’de Ermeni lobisi, Yunan lobisi, İsrail lobisi var. Bir de FETÖ lobisi var. Bunlarla mücadelede Türkiye büyükelçilik, sivil toplum kuruluşları, işadamlarıyla gayret sarf ediyor. FETÖ’nün Amerika’daki imkânlarına bakın. Charter School dedikleri 200’e yakın okulu var. Şu ana kadar 200 bin mezun vermiş. Amerikan hükümeti bunlara her sene 750 milyon dolar yardım yapıyor. Bir kişi ‘Türkiye, dünyanın en kötü ülkesidir’ diye bir e-mail yazsa, anında 200 bin mezununa ulaştırabiliyor. Avrupa da böyle. Osman Kavala örneğini bilemiyorum, hukukun vereceği bir karar ama öyle hikâyeler üretiliyor ki, ‘Türkiye’de hukuk yoktur, cezaevleri şöyledir’ gibi bir imaj yaratılıyor. Bir taraftan baktığınızda o kadar büyük bir tehdit altında yaşadık ki… Sadece 15 Temmuz hain darbe teşebbüsü değil. Suriye’de kantonlar oluşturuldu. Hemen akabinde Türkiye’de kantonlar oluşturulmak için operasyon yürütüldü. İllerimizi İlçelerimizi ele geçirmeye teşebbüs ettiler, barikatlar kuruldu, hendekler açıldı. Neredeyse eyalet bayrakları çekilecekti. Ne beklersiniz? Ben size sorayım: AB’ye üye olsak bunlar olur muydu?
Olmaz mıydı?
Olmazdı. Türkiye, oraları tek tek teröristlerden temizledi. Büyük tahribat oldu. Göç etmeye zorlanmış insanlarımız bugün yerlerine dönebildiler. Ve Türkiye bu operasyonu başarıyla sonuçlandırmasaydı, bugün o bölge kendi bayrağı olan bir yer olurdu. Biz o günlerde de AB’yi yanımızda görmek istedik. AB Bakanı olmama rağmen AP Türkiye Raportörü Kati Piri’yle o günden beri görüşmüyorum. Yine gelirse yine görüşmeyeceğim. Ankara’da terör saldırısı olmuş, 30 insanımız can vermiş, cenazeleri kaldırılıyor. Kati Piri Türkiye’ye gelmiş, Diyarbakır’a gitmiş, orada devlet güçlerinin sözüm ona ölmeye mahkûm ettiği insanları kurtarmak için çaba sarf etmiş. Keşke önce bu cenazelere saygı gösterseydi. Biz Charlie Hebdo saldırısından sonra cenazeye başbakan düzeyinde katıldık, terörün karşısında olduğumuzu gösterdik. Ancak hukuk sistemimizi daha da güçlendirmemiz, karar sürecini hızlandırmamız lazım. Burada sonuç alacağız.
Türkiye bütün bu zor şartlarda hukuk sistemi içinde kalmaya gayret etti, ediyor. Başka hiçbir ülke bunun altından kalkamazdı. “AB’ye üye olsak bu kadar gazeteci hapiste olur muydu” sorunuza da, “Olurdu çünkü gazetecilikten dolayı hapiste değil” diye cevap veririm. İstanbul’da polis istasyonu bombalamış, banka şubesi soymuş, Tekel deposuna saldırmış… Adam öldürmüş, ama gazeteci… Raporlara öyle geçiyor. Ben büyükelçi olabilirim, bakan olabilirim, ama bu bana hukuktan masuniyet vermez. Türkiye aleyhine yurtdışında öyle bir mekanizma var ki, bakın anlatayım: Fasıl açılması için basın toplantısı yapıyorsunuz. Oraya üç gazeteci geliyor. Soru soruyorlar ve cevabını bile beklemeden gidiyorlar. Çünkü sorularındaki konuları kayda geçiriyorlar. FETÖ’cü, PKK’lı gazeteciler var. AP’ye gelip, soruyu soruyor, kaçıp gidiyorlar. Kaç kere başıma geldi. Amerika’da da öyle. Dikkat edin ABD Dışişleri Sözcüsü’ne hep biri soru soruyor. Bizim orada gazetecilerimiz var. Diyorum ki, siz de bir söz alın. El kaldıran ise hep bunlar oluyor. Bizim iletişim meselesini biraz daha geliştirip, gerçekte ne olup bittiğini iyi anlatmamız lazım.
150 MİLYAR DOLARLIK TİCARET 300 MİLYARA ÇIKACAK
Ana hedeflerden biri de Gümrük Birliği’nin güncellenmesi… Bize getirisi ne olacak?
Gümrük Birliği’ne üye olup, AB üyesi olmayan tek ülke Türkiye’dir. Bunun Türkiye için büyük sıkıntıları da oldu. Hiçbir katkı olmadan dünya sanayi devleriyle mücadele etmek zorunda kaldık. Diğer ülkeler Gümrük Birliği’nden doğacak zararları üyelikten doğan menfaatlerle kompanse ettiler. Türkiye’ye faydaları da oldu. Sanayimizi rekabet edebilir hale getirdi. 10-15 kalem mal ihraç eden Türkiye, bugün 20 bin kalem mal ihraç eder hale geldi. AB ile 150 milyar dolarlık ticaretimiz var. Gümrük Birliği güncellenirse ticaret hacmi 300 milyar dolara çıkacak. ABD-AB ticaretinin 700 milyar dolar olduğu düşünülürse, dudakları uçuklatan bir rakamdır. Müzakerelere başlama kararı alınırsa biz bunu kısa sürede çözeriz.
FRANSIZCA’DA ‘GÜNAH KEÇİSİ’: TÊTE DE TURC…
Macron’un, Türkiye’nin üyeliğine ilişkin negatif mesajlarını nasıl okumalı?
Macron, iç siyasete oynadı. Oyu şu anda yüzde 30’lara düştü. O da kendisini bir şekilde cendereden kurtarma çabasında. Bilir misiniz, ‘günah keçisi’ diye bir tabir vardır. Fransızca’daki karşılığı çok enteresandır: Tête de Turc…
Türk kafası yani…
Aynen. Osmanlı döneminde Avrupa’da ilerlemesi Avrupalıları o kadar yıldırmış ki, eğlence merkezlerine bir yeniçeri kafası koymuşlar. Gelen geçen yumruk atıyor. Karısına kızan, işini kaybeden gelip yeniçeri kafasına vuruyor. Vuruşunun gücünü bir skala gösteriyor. Böylece bu tabir “günah keçisi” terimi olarak Fransızcaya girmiş. Macron tamamen iç siyasete yönelik sarf etti o sözleri. Ama günü kurtarmak için, yukarıda anlattığım çerçevede, en fazla ilgi çekecek ülke olarak da Türkiye’ye yüklendi. Bu arada Fransa’yla da, karşılıklı çıkarlarımızın yüksek olduğu, uzun zamandır olmadığı kadar iyi bir ilişki içinde olduğumuzun da altını çizelim.
İMTİYAZLI ORTAKLIK DİYE BİR ŞEY OLMAZ
Merkel’in öngördüğü imtiyazlı ortaklığın anlamı ne?
Merkel aslında hiç görüş değiştirmedi. Hep “Türkiye üye olamaz” dedi. Almanya 2004 seçim kampanyasında Türkleri istiskal eden bazı söylemler kullanmasının sonucunda, o zaman 400 bin Türk asıllı Alman vatandaşının oy kullandığı seçimleri, yüzde 80’inin Schröder’e oy vermesi sonucunda 8.500 oyla kaybetti. Ondan sonra Türkiye ve Türklerle ilgili söylemini yumuşattı. Ama hep imtiyazlı ortaklık demeye devam etti… Dedik ki, “imtiyazlı ortaklık diye bir şey olmaz. Tamam imtiyazlı ortaklığı kabul edelim ama bu Almanya ile Türkiye arasında olsun. AB ile olmaz. Biz üyelik sürecinde bu kadar emek sarf ettik, bundan sonra olmaz…” Artık bunu söylemiyor.
Macron da ‘Stratejik ortaklık’ diyor…
Fransa ile Türkiye arasında olur, ama AB ile stratejik ortaklık ne demek? Macron’un son lafında bir de Türkiye ve Rusya ile stratejik ortaklık diyor. Olacak iş değil… Bizim hedefimiz AB üyeliğidir… Oluruz, olmayız, hedefimiz budur.
BÜTÜN İSLAM DÜNYASI TÜRKİYE’YE BAKAR
Türkiye’nin doğal müttefiki kim olmalıdır?
O kadar karmaşık bir dünya yapısı var ki, bugünün dünyasında tek bir müttefik olmaz. Hele son gelişmelerle daha da karmaşık hale geldi. “Bu beni seviyor, bu beni sevmiyor” mantığının dış ilişkilerde yeri yoktur, karşılıklı çıkarlar vardır. Bu karşılıklı çıkarlar ne kadar çok olursa, o ilişkiyi güçlü tutarsınız. Dolayısıyla “Bugün Türkiye’nin müttefiki kimdir?” sorusunun cevabında çok ülke, bölge, grup saymak mümkündür, doğrusu da budur. Mesela AB kendi içinde çok önemli bir güçtür. Ve Türkiye’nin sadece ekonomik değil, siyasal, kültürel reformları, Gümrük Birliği gibi insanların günlük yaşamında çok etkisi olan bir ilişkidir. Bunu başka bir şeyle tartmak mümkün değil.
Diğer ilişkilerde bu kadar fazla Türk insanın yakından ilgilendiren unsur yoktur. Türkiye NATO üyesidir, NATO çok önemli bir üyeliktir. Ama Türkiye, aynı zamanda AB’ye üye olmak isteyen bir ülkedir. Türkiye, Latin Amerika ülkeleriyle çok iyi ilişkiler kurmak istiyor. ASEAN ile çeşitli formüllerle bir araya gelmek istiyor. Şanghay Beşlisi (şu anda başka bir yapı olsa da) içinde gözlemci olarak var olmak isteyen bir ülkedir. İslam İşbirliği Örgütü’nün üyesidir. İran, Pakistan, Orta Asya ülkelerinin katıldığı bir yapının ve Karadeniz İşbirliği Teşkilatı’nın içindedir. Hepsi kendi içinde çok önemlidir. Birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır. İslam dünyasında demokratik ve Batı dünyasıyla ilişkisi olan, sürdürülebilir istikrarı olan ülke Türkiye’dir. Ve aslında bütün İslam dünyası Türkiye’ye bakar. Türkiye, eğer batı ile ilişkilerinde zaafa uğrarsa oradaki rolü bile azalır. Güçlenirse, İslam Dünyasına da örnek olur.
PERPA HABERLERİ
PERPA TİCARET MERKEZİ
PERPA İLETİŞİM
PERPA HABER FACEBOOK
İş Dünyasından Avrupa Birliği Çağrısı
/0 Yorumlar/in Haberler /tarafından sivaslioglu-perpaİş Dünyasından Avrupa Birliği Çağrısı
İş dünyası temsilcileri hükümetin attığı adımlara destek verirken, piyasalardaki dalgalanmaya karşı ise tetikte. TOBB ve TÜSİAD yaptığı ortak açıklamada sıkı para politikasını destekleyecek maliye politikasının açıklanmasını isterken, Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerin yeniden olumlu çerçeveye kavuşturulması gerektiğini belirtti.
TÜRKİYE para piyasalarındaki gelişmeler iş dünyasını da harekete geçirdi. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) ortak bir açıklama yaparak sıkı para politikasına geçilmesini istedi. Açıklamada, hükümetin açıkladığı ekonomik programın hedefleri ve alınmakta olan önlemlerin başarısı için iş dünyasının azimle destek olmaya kararlı olduğuna dikkat çekilerek, “Son dönemde karşılaştığımız finansal zorlukları milletimizle dayanışma içinde aşacağız. Türkiye ekonomisinin temelleri sağlamdır ve bu süreçte reel sektörümüzün üretim ve istihdam kapasitesinin korunması son derece büyük önem arz etmektedir. Ülkemiz ekonomisinde gerek küresel gelişmeler, gerekse iç dinamiklerimiz nedeniyle hassas bir dönem içerisindeyiz” denildi.
İş Dünyasından Avrupa Birliği Çağrısı GEREKEN ADIMLAR
Açıklamada yaşanan durumun reel ekonomi üzerinde kalıcı bir etkiye neden olmaması için gerekli tedbirlerin gecikmeden alınması ve şu adımların atılması gerektiğine inanıldığı belirtilerek, şunlar sıralandı:
– Merkez Bankası’nın likidite yönetimi için attığı olumlu adımların yanı sıra, kurun istikrara kavuşması için daha sıkı bir para politikasına geçilmesi,
– Sıkı para politikasını destekleyecek tasarruf tedbirlerini içeren maliye politikasının en kısa sürede açıklanması,
– Enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesi için güven verici somut bir yol haritasının bir an önce hazırlanması,
– En önemli ekonomik partnerimiz olan Avrupa Birliği ile ilişkilerin yeniden olumlu çerçeveye kavuşturulması,
– ABD ve Türkiye’nin mevcut sorunların stratejik ortaklık çerçevesinde diplomasi yoluyla ve ivedilikle çözülmesi için çaba göstermeye devam etmesi.
TOBB ve TÜSİAD gerekli önlemlerin uygulanmasıyla ekonominin yeniden dengelenerek sürdürülebilir büyüme sürecine süratla döneceğine inançlarının tam olduğuna işaret etti.
– Merkez Bankası’nın likidite yönetimi için attığı olumlu adımların yanı sıra, kurun istikrara kavuşması için daha sıkı bir para politikasına geçilmesi,
– Sıkı para politikasını destekleyecek tasarruf tedbirlerini içeren maliye politikasının en kısa sürede açıklanması,
– Enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesi için güven verici somut bir yol haritasının bir an önce hazırlanması,
– En önemli ekonomik partnerimiz olan Avrupa Birliği ile ilişkilerin yeniden olumlu çerçeveye kavuşturulması,
– ABD ve Türkiye’nin mevcut sorunların stratejik ortaklık çerçevesinde diplomasi yoluyla ve ivedilikle çözülmesi için çaba göstermeye devam etmesi.
TOBB ve TÜSİAD gerekli önlemlerin uygulanmasıyla ekonominin yeniden dengelenerek sürdürülebilir büyüme sürecine süratla döneceğine inançlarının tam olduğuna işaret etti.
Açıklamada, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın adımının da memnuniyetle karşılandığı kaydedilerek, “Bu zor süreçte; mali disiplin, serbest piyasa kuralları, mali kurulların sağlıklı işleyişi, enflasyonla mücadele, üretim ve ihracatın aksatılmadan sürdürülmesi ve milletimizin inancı, sorunların çözümü için en önemli reçete olacaktır. Bizler de iş insanları olarak, üzerimize düşen her türlü sorumluluğu yerine getirmeye hazırız” dedi. TÜRKONFED Yönetim Kurulu hükümete ve Türk iş dünyasına çağrıda bulunarak “Ortak akılla Türk ekonomisinin mevcut sorunlarını aşabilmesinin şartlarının yaratılması için, hükümetimiz ve tüm iş dünyasıyla işbirliği içinde çalışmaya hazırız” denildi.
THY VE TÜRK TELEKOM’DAN ABD’YE REKLAM YOK
TÜRK şirketlerinin başlattığı “ABD’ye reklam verme” kampanyasına Türk Hava Yolları (THY) ve Türk Telekom da katıldı. ABD’nin Türkiye’ye yönelik ekonomik yaptırımları nedeniyle Türk şirketlerinin başlattığı “ABD’ye reklam verme” kampanyasına THY ve Türk Telekom da dahil oldu. THY Basın Müşaviri Yahya Üstün, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “(#ABDyeReklamVerme) THY olarak devletimizin ve milletimizin yanında yer alıyoruz. Konu ile alakalı gerekli talimatlar ajanslarımıza verilmiştir” dedi. Türk Telekom Kurumsal İletişim Direktörü Hamdi Ateş de “Türk Telekom ailesi olarak biz de #ABDyeReklamVerme kampanyasına dahil oluyor, devletimizin ve milletimizin yanında yer alıyoruz. Konu ile alakalı gerekli talimatlar ajanslarımıza verilmiştir” diye konuştu.
TAİK’TEN MÜZAKERE ÇAĞRISI
TÜRKİYE ile ABD arasındaki kadim dostluk ve stratejik ittifağın ağır bir yara alma tehdidiyle karşı karşıya geldiğini belirten Türkiye-ABD İş Konseyi (TAİK) Başkanı Mehmet Ali Yalçındağ, “İki ülkenin dirayetle geliştirip, güçlendirdikleri dostluk ve ittifak temeline dayalı ilişkilerin bugünkü görüntüsünü hiçbir şekilde hakketmediğine inanıyoruz. Karşılıklı yaptırım söylemleriyle gerginliğin tırmandığını görmekten büyük üzüntü duyuyoruz. Öte yandan, böylesine hassas bir dönemde, bir yandan diplomatik temasların devam etmesini de olumlu buluyoruz. Zira, müzakere masasına dönüldüğü takdirde, demokrasiye ve hukuka inanmış iki dost ülke arasında çözülemeyecek sorun olmadığını düşünüyoruz. Mevcut bütün sorunların, karşılıklı hak ve çıkarlara saygı duyularak yürütülecek diplomasi yoluyla ve iki başkanın ağırlıklarını koyması suretiyle çözüleceğine gönülden inanıyoruz” dedi.
Yalçındağ, şunları söyledi: “Bu çerçevede Sayın Başkanların mevcut sorunların tehdit ve yaptırımlar yerine diplomatik kanallar kullanılarak ve karşılıklı saygı ve diyalog çerçevesinde çözüm yoluna girmesi için bir kez daha ağırlıklarını koymaya çağırıyor, iki ülke ilişkilerini tekrar rayına ancak iki liderin koyabileceklerine olan samimi inancımızı da bu vesileyle yeniden vurgulamakta yarar görüyoruz.”
İNŞAATLARDA ARTIK ABD MENŞELİ ÜRÜN KULLANILMAYACAK!
SATIŞLAR TL ÜRETİM YERLİ
Dolarda görülen spekülatif hareketlere karşı bir adım da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan geldi. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, Bakanlık olarak inşa edilecek yapılarda ABD menşeli inşaat malzemelerinin kullanılmayacağını açıkladı. Gayrimenkul sektörünü yakından ilgilendiren bir yol haritası üzerinde çalıştıklarını belirten Kurum, “Gayrimenkul sektörünün önde gelen temsilcileri, 15 Temmuz’da FETÖ’nün hain darbe girişiminin ardından vatandaşlarımızın ev sahibi olması için önemli bir fedakarlık örneği gösterdiler. Bugün de ülkemize yönelik yürütülen bu ekonomik kuşatmaya karşı en güçlü şekilde mücadele edecekler ve yeni bir fedakarlık dönemini başlatarak vatandaşlarımızı mağdur etmeden uygun koşullarda konut sahibi yapacaklar” dedi. Bakan Kurum, gayrimenkul sektörünü hareketlendirmek amacıyla uygun faiz oranları ve ödeme koşullarıyla yeni kampanyalar yapacaklarını, bu kampanyanın ayrıntılarını da önümüzdeki günlerde açıklayacaklarını söyledi.
BAYRAMDAN SONRA YENİ KAMPANYA
Konut Geliştiricileri ve Yatırımcıları Derneği (KONUTDER) Başkanı Altan Elmas ise, tüketicilere önemli avantajlar sunan bir kampanya hazırlığında olduklarını açıkladı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile ortak bir çalışma yürütüldüğünü belirten Elmas, “Düşük faiz oranı ve düşük peşinatlı kampanya bayramdan sonra devreye girecek. 15 Temmuz sonrası inşaat sektörü nasıl hızlı aksiyon aldıysa yine alacak. Bu tecrübeye sahibiz. Türkiye ve gayrimenkul sektörü yoluna güvenli adımlarla devam ediyor. Sektörün tüm paydaşlarıyla çalışmalar yapılıyor” dedi.
İstanbul İnşaatçılar Derneği (İNDER) Başkanı Nazmi Durbakayım, sektör olarak ana hedefin Türkiye ekonomisine karşı açılan ekonomik saldırıyı bertaraf etmek ve kazanmak olduğunu söyledi. Durbakayım; “Buna benzer bir saldırıyı Cumhuriyetin ilk yıllarında da yaşamıştık. Ulu önder Kemal Atatürk’ün Kurtuluş savaşında dış güçlerin fiziki/silahlı saldırısında uyguladığı stratejiyi, şimdi biz aynı güçlerin başlattığı ekonomik saldırıda da uygulamalıyız. Yani hattı müdafaa yerine sathı müdafaa yapmalıyız. İnşaat sektörü olarak biz öncelikle malzeme alış ve konut satışındaki tüm para birimlerini Türk Lirası’na çevirmeliyiz. Yapım sözleşmelerindeki dövize bağlı ithal malzemelerin yerine yerli malzeme kullanmalıyız. Bu süreçte mali yapımızı korumak için döviz cinsinden borçları da Türk Lirası’na çevirmeliyiz” dedi.
DOLARI BOZDURUN
İnşaat Müteahhitleri Konfederasyonu (İMKON) Genel Başkanı Tahir Tellioğlu, Türkiye’nin, güçlü ve dinamik ekonomisi ve milli duruşu ile saldırıların üstesinden geleceğini belirterek, “Müteahhitlerimizden ellerindeki dövizlerini bozdurmalarını, ülkelerine ve geleceklerine sahip çıkmalarını önemle bekliyoruz” dedi. Anadolu Yakası İnşaat Müteahhitleri Derneği (AYİDER) ise tüm inşaat kalemlerinde yerli üretine geçmeye karar verdiklerini açıkladı. AYİDER Başkanı Melih Tavukçuoğlu, bundan sonra satış ve kira anlaşmalarını Türk Lirası cinsinden yapacağına da dikkat çekildi.
Burek Pita, Boşnak Köftesi, böreği, mantısı, Cevabi, Hacı Makule
/2 Yorumlar/in Büfeler /tarafından sivaslioglu-perpaBurek Pita
Burek Pita
Burek Pita Menü
Burek Pita, Boşnak Köftesi, Boşnak böreği, Boşnak mantısı, kuru et, boşnak sucuğu, hamburger, pizza, soka, ayvar, fırında patates, yaban mersini, Hacı Makule
Bosna Köftesi
Burek Pita Köfteler
Yalnız et ve soğan kullanılır ve 4-5 gün dinlendirilerek yapılır
Mostar köftesi
Chedar peynirli Mostar köftesi
Mozzarella peynirli Mostar köftesi
İçinde kuru et, yöresel peynir ve kaymakla yapılır
İçinde kuru et,acı biber yöresel peynir ve kaymakla yapılır
Tereyağlı lavaş ekmeğinin üzerine mozzarella peyniri,
üstüne mostar köftesi(nin) üstüne karamelize soğan, özel sosumuz, chedar peyniri ve kuru et
Mostar köftesinin üzerine mozarella, boşnak sucuğu
üzerine bir köfte daha üzerine karamelize soğan,
chedar ve kuru et
Aşkiya Köfte
HAMBURGERLER
Hamburger köftesi, domates, turşu, soğan, ketçap, mayonez
Hamburger köftesi, karamelize soğan, chedar peyniri, barbekü sosu, ketçap mayonez
Hamburger köftesi,karamelize soğan özel soslu,chedar peyniri, üzerine boşnak sucuğu
Hamburger köftesi, karamelize soğan özel soslu,
chedar peyniri, üzerine kuru et
Hamburger köftesi, chedar peyniri, üzerine boşnak sucuğu
üzerine Hamburger köftesi, karamelize soğan özel soslu,
chedar peyniri ve üzerine kuru et
Kuru Et
Burek Pita BOŞNAK BÖREKLERİ
Yoğurtlu tavsiye edilir +2 TL
Börekleri Perpa’da pişiriyoruz. Tepsi olarak verilen siparişler
45 dakikada pişirilip teslim edilir
Burek Pita Pizza
OMLETLER
Fırında Patates
SANDVİÇLER
Domates
BAŞLANGIÇLAR
Kaymaklı biber turşusu
Mazoşist Köfte
TATLILAR
Hacı Makule
Hacı Makule Boşnak göçmenlerce Trakya’ya taşınmış, yörede çok sevilen şerbetli bir tatlıdır. Özel günler, bayramlar, cemiyetler için Boşnaklar’ın olmazsa olmaz tatlılarındandır. Hacı Makule adı, söyleyiş kolaylığı sebebiyle, iki kelimenin kaynaşmasıyla yer yer “Acemakule” şeklinde karşımıza çıkar. Koyuca kahveye çalan rengiyle farklı görünen tatlı lezzetiyle tüm önyargınızı kıracaktır. Ceviz veya fındık içini fırın tepsisine aldığınız bezelerin üzerine bastırarak eklemek geleneksel pişirme yöntemidir. Ayrıca bu malzemeleri daha kırıklayarak hamura harmanlama yoluna da gidilebilir.
Boşnak Köftesi Cevabi
Cevapi ya da cevapcici, Balkan ülkelerinde yapılan bir tür kebap. Bosna-Hersek ve Sırbistan’da ulusal yemek sayılmaktadır. Doğranmış soğan, acı sos, ayvar, köy peyniri ve kırmızı biberle sunulmaktadır.
İÇECEKLER
Burak Pita İletişim
Burek Pita
Perpa Ticaret Merkezi A Blok Kat: 6 No: 687 Şişli- İstanbul
Telefon: 0553 7141880
PERPA BÜFELER
PERPA GIDA FİRMALARI
PERPA FİRMALARI
AMBALAJ FİRMALARI
PERPA FACEBOOK
PERPA TİCARET MERKEZİ
PERPA İLETİŞİM
Asansörlerimiz yenileniyor
/0 Yorumlar/in Haberler, Perpa Faaliyetler /tarafından sivaslioglu-perpaAsansörlerimiz yenileniyor
Asansörlerimiz yenileniyor
Kullanım ömrü dolan asansörlerimizin yenileme çalışmaları devam ediyor. 35-36, 25-26, 16, 18 numaralı asansörlerin söküm işlemleri yapıldı. Yeni sisteme göre inşaatları devam ediyor.
Yurtdışından siparişini verdiğimiz yeni asansörlerimiz teslim edildi. Aasansörlerimizin montaj işlemleri devam ediyor. Yenilenen asansörlerimiz Eylül ayı içinde hizmet vermeye başlayacak.
PERPA HABERLERİ PERPA FAALİYETLERİ PERPA TİCARET MERKEZİ
Egeden Büfe Tost, Omlet, Sandviç, Makarna, Salata
/0 Yorumlar/in Büfeler /tarafından sivaslioglu-perpaEgeden Büfe
Egeden Büfe
Ege’den Büfe Kaşarlı, Sucuklu, Peynirli, Salamlı, Chedarlı, Ege, Akdeniz, Volkanik Tost, Peynirli, Yumurtalı, Karışık Sandviç, Sade, Kaşarlı, Karışık Omlet, Sucuklu Yumurta Makarna, Salata, Fast Food
Tost Çeşitleri
Tost Çeşitleri
Soğuk Sandviç
Soğuk Sandviç Egeden
İsteğe başlı yeşillikler fiyata dahildir
Egeden Büfe Omlet Çeşitleri
Omlet Çeşitleri Egeden Büfe
Fast Food
Burger & Makarna
Burgerler patates ile servis edilir
Ana Yemekler
Egeden Büfe Salatalar
İçecekler & Drinks
Perpa Ticaret Merkezi B Blok Kat: 13 No: 2268 Şişli İstanbul
Telefon: +90 534 587 50 99
PERPA BÜFELER
PERPA GIDA FİRMALARI
PERPA FİRMALARI
AMBALAJ FİRMALARI
PERPA FACEBOOK
PERPA TİCARET MERKEZİ
PERPA İLETİŞİM